Yere serili halde ne kadar kalmıştı? Bayılmış ya da kafasını bir yerlere çarpmış mıydı? Hiç fikri yoktu.
"Hay ben, senin gibi sakarın!" diye söylendi İpek, daha da ileri gidebilirdi, ancak sövdüğü kişi kendisiydi, abartmanın âlemi yoktu. Bir yandan doğrulmaya, diğer yandan da bacaklarına dolanan hortumdan kurtulmaya çalışıyordu. Nihayet başardığında, rahatlayarak soluklandı ve sırtını basamaklarla aynı eğimde uzanan trabzanlara verdi. Dinlenmek, ne geçirdiğini anlamak, bir yerinde kırık-çıkık var mı görmek istiyordu.
Gözlerini kapadı, nefes alış-verişlerine odaklandı bir müddet. Bilincini tamamıyla kazandığına iyice kanaat getirdikten sonra, sağını solunu yoklamaya başladı. Boynunda, belinde ve kollarında bir şey yoktu. Ayak bileğindeki hafif sızlamayla mavi iş tulumunun paçasını yukarı kaldırdığında, kızarmış minik bir şişlikle karşılaştı. Parmaklarıyla yokladı önce, ardından tutunarak kalktı. Bir kaç ürkek adım attı, canının yangısı katlanılabilir hatta ihmal edilebilirdi. Vardığı sonuçla rahatlayarak etrafa saçılmış malzemeleri toplamaya başladı. Yükünü yeniden tutmuş bir kaç basamak tırmanmıştı ki: "Dur!" diye gürledi tam arkasında biri.
Kova, paspas, süpürge, hortum bir kez daha kurtulurken bulundukları yerden, genç kadın dengesini yitirdi yine ve yeniden. Düşmekten kaynaklanacak çarpmaya hazırlık gözlerini yummuş ve bedenini kaderine bırakmıştı ki, iki kuvvetli kol kavrayıverdi incecik belini.
"Yine mi düşmek niyetindesin?" diye hırladı Kaya, tüy gibi havalandırdığı kadını koltuklardan birine oturturken.
İpek hayretler içindeydi. Ne konuşabiliyor, ne tepki verebiliyordu. Alnına düşen kara bukleler yukarı-aşağı zıplarken, ağzı açık baka kalmıştı yanına çökmüş inceleyen bakışlarla bedenini süzen adama.
"İncinen yerin var mı?"
Canavarlıktan insanlığa hangi ara geçmişti bu ilkel yaratık? Hayır, anlamında başını salladı ve ayağa kalkmaya davrandı genç kadın. Fakat ani ve sert yüklenmesi yüzünden bileğinin sancımasıyla inleyerek koltuğa çakıldı.
"Ne var?" diye sordu adam.
"Bileğim."
"Göster!"
"Ne?"
"Bileğini göster," diye tekrarladı dev dişlerinin arasından, burnundan bir tür ateş püskürüyordu.
"Hayır."
"O halde hastaneye gidiyoruz." dedi Kaya, tahammülünü tamamen kaybetmişti.
Söylediğini yapacak kararlığı yüzünden okuyan İpek telâşla yana kaykıldı: "Hayır, hayır..." diye tekrarladı yalvarırcasına. Hastanelerde yeterince vakit geçirmişti zaten.
"Bileğini göster o vakit!"
Çaresizlikle iç geçiren genç kadın, tulumunun paçasını yukarı doğru sıyırdı.
****
Kaya İpek'le mücadelesini sürdürürken, bambaşka bir mücadele de İstanbul'un yüksekliği ile ünlü bir tepesinde Aziz'in ruhunun derinliklerinde cereyan etmekteydi. Kasım rüzgârı estiği hızın yarattığı serinlikle bir kez daha yaladı geçti yüzünü. Kim bilir kaç saattir arabasını park ettiği uç noktada kaputun üstünde dirseklerini dizlerine dayamış dalgaların şiddetiyle hırçınlaşmış aşağıdaki denizi seyrediyordu. Onca yıl anıları gömmek, unutmak, aklanmak için sarf ettiği onca gayret tek bir görüntüyle, zarif bir bedenin narin görüntüsüyle boşa çıkmıştı.
Tüm yaşananlar, hatalar, günahlar ve hatta kelimesi kelimesine söylenenler ilk günkü tazeliklerinde geri dönmüş beyninin en işlek caddesine kurulmuşlardı. Her şeyi hatırlıyordu. Unuttuğunu sandığı her şeyi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEMİZLİKÇİ PRENSES (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)
Romantizm"Sen de kimsin!" diye höykürdü adam, korku ve şaşkınlıktan kavanoz dibi kadar irileşmiş mavi gözlerin tepesinden. Soluğu bir yerlerine kaçan genç kadın: "temizlikçi... prenses..." diye fısıldayabildi ancak kesik kesik. Kahretsin ki çok fena bir pozi...