"Uzak dur, pislik!" diye tehdit etti yakasına yapıştığı oğlanı Mesut. "Gebertirim seni! Hayvan!"
Ardından boşta kalan eliyle sağlam bir tokat indirdi karşısında korkudan sinmiş yüze. İkinci bir tanesini daha patlatmak üzere kolunu kaldırmıştı ki; aniden bileğine vuran bir elin geriye ittirmesiyle sendeler gibi oldu ve toparlanamadan kaval kemiğine sağlam bir tekme yedi.
Etraflarını saran onca çocuğun gıkı çıkmazken, öğretmenler bile müdahale etmemek için bahçede toplanmış kalabalığı ve çıkan olayı görmezden gelirken, hangi münasebetsizdi bu araya giren? Canının yangısıyla kurbanını serbest bıraktı ve fiilin sahibine döndü hırsla ancak karşısındakini gördüğünde kala kaldı.
"Rahat bırak onu!" diye haykırdı bu sırada İpek, gözleri öfkeden kapkara kesilmişti.
"Konuşma onunla o zaman!" diye karşılık verdi Mesut. Yarım kalan hareketini tamamlamak üzere bu sefer de küçük kızın üzerine yürümeye başlamıştı.
Tek adım gerilese de duruşunu sabitledi ve: "Sana ne!" diye bağırdı İpek. Ellerini beline koymuş, topuğuyla toprak zemini dövüyordu. "Kiminle konuştuğumdan sana ne!"
"Sen benim sözlümsün kızım!" dedi bu kez sırıtarak Mesut. Önünü alamadığı bir haz dalgası kaplamıştı vücudunu. Biraz daha yaklaştı İpek'e. "Ben ne dersem o olur!"
Bu kadarı fazlaydı! Beynine toplanan kanın tazyikiyle az önceki adımını öne aldı, hızla ileri atıldı, bir tekme daha bastı kaval kemiğine ve saçlarına yapıştı amcasının oğlunun küçük kız. Hem: "Ben senin sözlün falan değilim!" diye bağırıyor, hem de çekiştire çekiştire sürüyordu önünde iki büklüm kıvrılmış bedeni. "Sen ne dersen o olamaz!"
***
"İpek!"
Arkasından ünleyen tanıdık sesle, avuçlarına aldığı fincandaki gözlerini diktiği kahvenin dumanıyla havaya karıştı anıları genç kadının. Dağınık buklelerini havaya savurarak çevirdi başını, ayağa kalkmaya yeltendiyse de omuzlarına tüy gibi dokunan iri ellerle yerinde kalmak zorunda kaldı. Çenesini iyice geriye ittiğinde mavi gözleri diğer yeşil gözlerle buluştu:
"Kaya," dedi inanmazlıkla. "Ne işin var burada?"
"Aziz haber verdi," diye açıkladı genç adam, İpek'in tam önüne çektiği bir sandalyeye yerleşirken. "Geçmiş olsun. Nasılsın? Bir şeyin yok ya? Ablanla, eniştenden haber var mı?"
"İyiyim, bir şeyim yok." diye hızla cevapladı soruları İpek. İçi bir kez daha minnetle dolmuştu Aziz'e karşı. "İpar'ı odaya aldılar, ama henüz göremedik. Eniştem hâlâ ameliyatta."
Son söylenenler yüzünden alnı endişeyle kırıştı genç adamın: "Durumu ciddi mi?"
Kaya'nın ne kadarını bildiğini bilmese de, tamamını anlatmaya takati yoktu genç kadının. Derin bir iç geçirdi, omuzlarını silkti yenilmişlikle: "Hayati tehlikesi yokmuş," dedi. Duraksadı, salondaki sahne zihninde yeniden canlanmıştı. "O itiş kakışta bıçak kaydı herhalde."
Kalbi sancıdı Kaya'nın, İpek'in koluna uzandı fakat hissiyatını dile getiremedi. Zira parmaklarının temasıyla irkilerek yerinden sıçramıştı genç kadın.
"Neyin var?" diye sordu aklındakilerin hepsi uçup giden genç adam. "Yaralandın mı yoksa?"
Cevap veremedi kara buklelerin sahibi, onun da parmakları kolunu bulmuştu gayr-i ihtiyari. Telâşını dizginleyemeyen Kaya ise nerede bulunduklarını ya da davranışının münasebetsizliğini dikkate almaksızın, genç kadının bluzunun kolunu yukarı çekiştirmeye başlamıştı bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEMİZLİKÇİ PRENSES (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)
Romance"Sen de kimsin!" diye höykürdü adam, korku ve şaşkınlıktan kavanoz dibi kadar irileşmiş mavi gözlerin tepesinden. Soluğu bir yerlerine kaçan genç kadın: "temizlikçi... prenses..." diye fısıldayabildi ancak kesik kesik. Kahretsin ki çok fena bir pozi...