Genç adam, yorgun, sinirli, stresli ve asabiydi. Günlerdir ofisinde sabahlıyordu. En nihayet bu gün, istediği gibi gitmese de işler, saatler sabahla öğlen arasını bulmuşken burnunu dışarı çıkartmayı ve şehrin merkezinde bulunan lüks sitelerden birindeki dairesine gelmeyi başarmıştı. Yorgunluktan ölüyordu, sorunu çözememiş, ne köstebeği, ne de bilgi kaçağını tespit edebilmişti. Yüksek IQ'lu beyni sonunda çalışmayı reddetmiş, nöronları da kafatasının içinde muazzam bir ayaklanma çıkartmış, neticede bu garip beyin-nöron işbirliği holding binasından kaçarcasına ayrılmasına ve iki buçuk kişilik yatağına uçarcasına koşmasına neden olmuştu.
Anahtarı kilide sokarken hâlâ aynı sorularla cebelleşiyordu: Kim, nasıl ve ne şekilde sızdırmıştı teklifin ayrıntılarını da ihaleyi kaybetmişlerdi? Tek bir ihale sorun değildi, asıl endişesi üzerinde aylardır çalıştığı programın da tehlikede olup olmadığıydı. Tüm verileri elden geçirmiş, veri tabanlarını, ağ bağlantılarını, işlemcileri, işletim sistemlerini, akla gelen gelmeyen sanal ya da somut her tür ortamı, her bir departmanı didik didik etmiş, sadece kendi sektöründe değil, koskoca şirketin tamamında terör estirmiş, çalışanlara kan kusturmuş, yine de tek açık yakalayamamıştı. Bu durum onu memnun etmekten ya da rahatlatmaktan ziyade iyice sinirlendirmiş, küplere bindirmişti. Eğer açık orada değilse neredeydi? Ya da oradaysa neden bulamıyordu?
Aklı fikri karman çorman, canı sıkkın, ruhu bunalmış halde kapıdan içeri girerek her zamanki alışkanlığı ile salona ilerledi ve gördüğü manzara karşısında geçici bir bilinç kaybına uğradı, dumur oldu, kelimenin tam anlamıyla şok geçirdi.
Bir kaç basamakla aşağıya inilen geniş salonun ortasında, tepede toplanmış gür siyah saçlar ile açık mavi iş tulumundan başka hiçbir ayrıntısını tespit edemediği arkası dönüp bir tip, kalçasını, aynen doğru okudunuz kalçasını sağdan sola ve soldan sağa savurarak sessiz bir ritimde dans etmekteydi. At kuyruğundan kurtulmuş bukleli siyah saçlarının arasından belli belirsiz görünen kulaklıklardan cızırtılı bir ses yükselmekteydi. Bu çılgın mahlûk ona ait dairenin, ona ait salonunda Tarkan'la mı coşuyordu yani?
"Heey!" diye gürledi. Kendisini bile ürküten sesten asla etkilenmeyen şahıs kafasını sallamayı, bedenini garip şekillerde eğip-bükmeyi sürdürüyordu. "Heey, sana diyorum!" diye kükredi adam yeniden, fakat "bana mısın" tepkisi bile gelmedi karşı taraftan.
Günlerin asabiyeti gizlendiği yerden beynine hücum ederken, siniri iyice burnuna zıplayan adam, öfkeyle indi o üç basamağı, kolundan hoyratça tuttuğu bedeni hızla kendisine çevirdi. Boşta kalan eliyle de kulaklıkları yerinden söktü, Tarkan, daha önce hiç görmediği bir kadının omzunun tekinde şıkıdım şıkıdım oynuyordu hâlâ.
"Sen de kimsin!" diye höykürdü bu kez, korku ve şaşkınlıktan kavanoz dibi kadar irileşmiş mavi gözlerin tepesinden.
Soluğu bir yerlerine kaçan genç kadın: "temizlikçi... prenses..." diye fısıldayabildi ancak kesik kesik. Kahretsin ki çok fena bir pozisyonda yakalanmıştı!
Neyi nasıl açıklayacaktı şimdi? "mola vermiştim, azıcık elektrik atayım dedim... hafif sıyrığımdır da..." dese yeterli olur muydu acaba?
Ancak karşısındaki çam yarmasının gözlerinin dışarılara uğrayıp, kaşlarının öfke hayret karışımı bir duruşla yay şeklini aldığını, ayrıca da ağzından köpükler saçıldığını gördüğünde aklından jet hızıyla geçen bu düşünceler sabun köpüğü gibi dağılıp havaya karışırken, ne söylediğini idrak etti ve düzeltmeye çalıştı: "Yani temizlikçiyim ben. Firmanın adı Prenses."
Adam hırsla savurdu ince narin kolu: "Aylin nerede?" diye gümbürdedi, nasıl bir laubalilikti bu!
"Kocası, düzeltiyorum eski kocası ağzını burnunu kırdığı için hastanede" de diyemedi genç kadın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEMİZLİKÇİ PRENSES (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)
Romance"Sen de kimsin!" diye höykürdü adam, korku ve şaşkınlıktan kavanoz dibi kadar irileşmiş mavi gözlerin tepesinden. Soluğu bir yerlerine kaçan genç kadın: "temizlikçi... prenses..." diye fısıldayabildi ancak kesik kesik. Kahretsin ki çok fena bir pozi...