Suadiye ile Bostancı arasında kalan sahil yolunu büyük bir süratle kat eden ve pırıl pırıl parlayan siyah bir Cadillac Bostancı'daki Adalar vapur iskelesinin önünde durdu. İskelenin girişinde bekleyenlerin gözleri ister istemez bu ihtişamlı arabaya kayıyordu. Arabadan önce koyu renk takım elbise giymiş iri kıyım bir adam indi ve etrafı dikkatlice inceledikten sonra arabanın içine doğru eğilerek bir şeyler söyledi. Bunun üzerine arabadan bir adam daha indi o da etrafı dikkatlice kontrol etti etraftaki meraklı bakışlar adamların davranışlarından dolayı iyice artmıştı.
-Fahri Bey bunlarda kim, arabada çok önemli biri var galiba gel de yakından bakalım.
Saadet Hanım ile kocası otuz yıllık devlet memuru Fahri Bey iskelenin yanındaki balıkçıdan balıklarını almış evlerine dönüyorlardı.
- Hadi ama Fahri gel de yakından bakalım çok merak ettim.
- Dur hanım gitmeyelim üstüm başım pek kılıksız sonra ayıp olur.
Fahri beyin bu sözleri üzerine karısı suratına kime ayıp olur dercesine baktı. Fahri bey onun bu soruyu soracağını anlamış olacak ki sözlerine bir açıklama getirmeye başladı.
-Öyle bakma hanım ben şanssız adamımdır şimdi arabadan benim amirlerden birisi iner rezil olurum maazallah...
Onlar aralarında konuşmaya devam ederken adamlardan biri arabanın kapısını iri cüssesini siper ederek açtı.
- Aman bütün tantana bu bacak kadar velet için miydi, bende önemli birisi çıkacak sandım hadi hadi yürü Fahri geç kaldık çocuklar kapıda kalacak.
Arabadan inen kişi 9-10 yaşlarında kumral sevimli bir erkek çocuğuydu. Adam ve çocuk hızlı adımlarla iskelenin yanında bekleyen şık bir tekneye binerek Büyük adaya gitmek üzere denize açıldılar.
-Mehmet abi biz neden vapurla gitmiyoruz vapur yolculuğu daha zevkli oluyor.
Çocuk sıkkın gözlerle Mehmet abisinin gözlerinin içine bakıyor, ondan gelecek cevabı bekliyordu.
-Aman Cem Bey herkes böyle güzel bir tekneyle yolculuk yapmak ister siz ise vapurla yolculuk etmek istiyorsunuz.
Evet herkes onun sahip olduğu ayrıcalıklara sahip olmak için can atardı, aslında Cem de bu durumdan bu seneye kadar hoşnuttu ama artık o da arkadaşlarıyla rahat bir şekilde oynayıp eğlenerek zaman geçirmek istiyordu. Ne de olsa o bir çocuktu ve nedenini anlayamadığı bu sıkı tedbirler onun sıkılmasına neden oluyordu.
Haziran ayının ortasındaydılar ve okullar o gün tatile girmişti. Cem adadaki evlerine gittiği için çok sevinçliydi adada şehirde olduğundan daha rahat ediyor bu yüzden yazın gelmesini ve adaya gitmeyi iple çekiyordu. Tekneyle yaptıkları yolculuk sırasında hafif hafif esen rüzgar kucağında taşıdığı deniz suyu taneciklerini Cem'in suratına çarpıyordu. Bu basit gibi görünen olay bile sanki bir cam fanus içinde yaşayan küçük Cem'i mutlu etmeye yetiyordu. Cem'in babası bir iş adamıydı ve çok zenginlerdi fakat özel bir okulda okuyan Cem'in bütün arkadaşları zengindi ama hiç birisi onun yaşadığı sıkı tedbirlerle yaşamıyordu Cem babasına kendilerinin farkını sorduğunda babası konuyu hemen değiştiriyor ve Cem'i atlatıyordu. Büyükada'ya artık iyice yaklaşmışlardı. Yan yana dizilmiş ihtişamlı köşkler artık net bir şekilde görülebiliyordu. Her biri başlı başına bir sanat eseri sayılabilecek bu köşkler çok zevkli mimarilere sahiptiler, iskeleden kalkan ve adanın dört bir yanını dolaşan faytonlar ise bir tablonun tamamlayıcı unsurları gibiydiler. İnsan bu tablo karşısında sanki zamanda bir yolculuk yapıyordu, şehirde köşklerin yerini artık zevksiz ve estetikten yoksun beton yığınları almaya başlamıştı, faytonlar ise yerlerini çoktan etrafı dumana boğan madeni canavarlara bırakmışlardı. Tekne kıyıya yanaşmıştı, kaptan teknenin halatını iskele babasına bağlarken etrafı da dikkatli bir şekilde inceliyordu.
-Buyurun efendim çıkabilirsiniz.
Kaptanın bu sözü üzerine Mehmet Cem'i kucağına aldı ve dikkatli bir şekilde tekneden indirdi.
-Mehmet abi ben bebek miyim ya bıraksana kendim ineyim senin yüzünden herkese rezil oluyorum.
-Ama küçük bey Allah korusun başınıza bir şey gelir, bir kaza olursa ben beyefendiye ne derim.
Cem ne derse desin bu durumun değişmeyeceğini bildiği için üstelemekten vazgeçti ve onları evlerine götürecek olan faytona doğru yürümeye başladı. Evleri adanın yüksek kesimine kuruluydu adanın en büyük köşklerinden birisi olan bu evin gerçektende doyumsuz bir manzarası vardı. Köşkün çok büyük bir bahçesi vardı, bahçenin etrafı demir parmaklıklarla çevriliydi. Köşkün ana giriş kapısı ise köşkün ihtişamına yakışır nitelikteydi. Faytonun geldiğini gören kapıdaki iki görevli hızla kapıyı açmaya başladılar, fayton içeri girerken iki görevlide saygılı bir şekilde faytondaki Cem'e ve Mehmet'e selam verdiler ve tekrar görev yerlerine döndüler, oğlunun geldiğini anlayan Yasemin Hanım dışarıda sabırsızlıkla onu bekliyordu.
Yasemin Hanım 45 yaşında ince yapılı hoş bir bayandı, Cem annesine annesi de Cem'e son derece düşkündü. Cem'in babası işleri çok yoğun olduğu için ailesine yeterli zaman ayıramıyordu bu yüzden Cem ve annesi birbirlerine sıkıca bağlanmışlardı. Yasemin hanım uzun bir tedavi süreci geçirdikten sonra hamile kalabildiği için Cem'in doğumu onları muazzam bir şekilde mutlu etmişti. Cem faytondan iner inmez koşarak annesinin kucağına atladı ve annesine sımsıkı sarıldı.
-Seni çok özledim anne, bir daha beni bırakıp gitme ne olursun.
Yasemin hanım hastalanan kayınvalidesini görmek için bir haftalığına İzmir'e gitmişti. Cem ise bu bir hafta boyunca Ulus'taki evlerinde dadısı ve evdeki diğer hizmetlilerle birlikte kalmıştı. Babasını bu bir hafta boyunca ancak 3 kere görebilmişti.
Babası Dilaver bey çok yoğun çalışıyordu. Ama babası arkadaşlarının babasından farklıydı bu farkın ne olduğunu henüz anlayamamıştı ama bir gün elbette öğrenecekti.
-Bırakmam oğlum bir daha hiç bırakmam seni, anlat bakalım neler yaptın ben yokken, hem karneni göstermeyecek misin bana?
-Aaaa evet karnemi unutmuşum ben, Mehmet abi nereye koydun çantamı?
-Odanıza koydum küçük bey isterseniz hemen gidip getireyim.
-Sen dur ben gider alırım.
-Hazır odana çıkmışken kıyafetlerini de değiştir oğlum.
-Tamam anne.
Cem hızla odasına çıkarken Yasemin hanımda başıyla Mehmet'e yaklaşmasını işaret etti.
-Anlat bakalım Mehmet ne yaptınız hafta boyunca bir yaramazlık oldu mu?