Yemekde, sohbette bitmişti. Annem sofrayı toplarken babam ve ben de, anneme yardım ediyorduk. Babamla birbirimize şakalar yapıyor, eğleniyorduk."Hadi bakalım kim daha önce tabakları getirecek? Kim daha önce varırsa anneni öper." deyip hızlıca tezgâha saldırıyorduk. Tabi ki ben kazanmıyordum ama babam bazen ben de kazanıyım diye ayağı takılmış gibi numarası yapıyordu. Böylece bende annemi öpebiliyordum. Annem sonunda bu halimize ve öpmelerimize dayanamadı.
"Herkes salona marş marş ! Daha bulaşıkları makinaya dizmedim." dedi ve salonu eliyle işaret ederek, kaşını kaldırıp sert set bakmak için uğraşıyordu ama yüzündeki sırıtışı bir türlü gizleyemiyordu. Bu kadın her haliyle güzeldi.
"Anne her halinle güzelsin yaaa..." Bu kelimeler ağzımdan çıkıvermişti. Yüzümü yana yatırmış anneme bakıyordum. Evdeki ahali bana baktı ve birden hepimizden kahkahalar koptu. Sesli düşünmüştüm.
"Anne gerçekten içimden düşündüğümü zannediyordum." dedim.
Annem ve babam gülmekten kendini alamamışlardı. İnanması güçtü ama babam Steve'le aramızın daha iyi olduğunu düşünmeye başlıyordum. Bu ona da bana da iyi gelmiş gibi duruyordu. Bu kadar eğlencenin ardından annemi daha fazla sinirlendirmemek için, biz babamla salona geçip satranç oynamaya karar vermiştik. Satranç oynamayı unutmamıştım ve çokta iyi oynuyordum. Babamı tam üst üste üç el yenmiştim. Bölge birinciliğim bile vardı . Benimle bu konuda boy ölçüşemezdi.
"Sam nasıl böyle iyi oynaya biliyorsun? İşin sırrını banada anlatmalısın." deyip göz kırmıştı babam. Sanki büyük bir sırdan bahsedecekmişim gibi iyice sokuldu sessiz konuşuyorduk. Başladım anlatmaya...
"Baba emin misin öğrenmek istediğine?" dedim. Bu ortam komik gelmişti. Gülmek istiyordum ama anı bozmamaya karar vermiştim.
"Evet. Söyle dinliyorum. Nasıl bu kadar güzel şah ve mat yapıyorsunuz Beyefendi?"
Babam elinde bir mikrofon tutarmışcasına kumandayı önce kendine tuttu sonra bana çevirdi. Cevap vermeliydim sıra bende idi.
"Tek sırrım, senin ve benim uygulayabileceğimiz 20 hamleyi düşünmek." dedim. Babam daha da meraklanmış gibi."Bunu nasıl yapıyorsunuz anlatın lütfen?" dedi. Elinde hala mikronu vardı ve hala sessiz konuşuyorduk. Sanki seri katil filmi çekiyorduk. Eğleniyordum ve hiç şeklimi bozmadan cevap verdim.
"Zekiyim!" dedim ve o an o ciddiyet bozuldu. Çünkü annem gülmeye başlamıştı. Yemek masasına oturmuş bizi izliyordu. Gülümseyerek yerinden kalktı ve bize doğru yürümeye başladı.
"Benim oğlum tabiki zeki. Çünkü bana çekmiş." dedi. Babam hemen kendi üzerine çekti.
"Asıl bana çekmiş. Değil mi yakışıklı oğlum." deyip alttan destek çık bana der gibi hareketler yapıyordu. Bende öyle yaptım. Çünkü yakışıklı diye bir iltifat duymuştum yani benim için iyi bir rüşvetti.
"Babam haklı anne. Ben babama çekmişim."
"Demek öyle küçük bey. Bu kadar yemeği sizin için ben yapıyorum. Hastanede başınızda ben bekliyorum ama baban yakışıklı dedi bitti öyle mi? Gel buraya!" dedi ve ben arkama bakmadan salonda kaçmaya başladım. Evin salonunda mobilyalar bir o yana bir bu yana oynuyordu. Sonun da babam annemle işbirliği yaparak beni kıskıvrak yakalayıp, gıdıklamaya başladılar. Ama çok hırpalamıyorlardı. Evimizde tatlı bir esinti vardı.
Annem bu eğlencenin ardından, biz satranç oynarken hazırladığı meyve tabaklarını getirdi. Oturup meyvelerimizi yerken sohbet etmeye başladık.
"Sam neden bize hatırladıkladığın şeylerden bahsetmiyorsun? " dedi babam.
" Aslında sadece ailemizi, okuduğum okulu, arkadaşlarımı hatırlamıyorum. Onun haricinde genel olarak birçok şeyi hatırlıyorum. Fotoğraf makinamı, dağ yürüşlerimi anımsıyorum ama çok net anımsayorum. Bitkilerle uğraşmayı sever miydim ben?"
"Evet tatlım severdin. Yürüşler yapar fotoğraflar çekerdin. Bir de sürekli dağ bisikletine binip gidersin ormana." Annem şuan da bana bir dağ bisikletinin var olduğunu söylüyordu.
"Hani şu yolda gördüğüm dağ bisikleti gibi mi?" dedim.
"Ta kendisi. Hatta aynı renk, bir üst modeli." demişti. O an şaşkın mıydım? Mutlu mu olmuştum? Bir duygu karmaşacası yaşamıştım. Nasıl bir duygu şekline girdiğimi bilmiyordum ama anneme sıkıca sarıldım. Babama da ellerimi yumruk yaptım ve vurması için uzattım. O da aynı şekil tebessüm ederek karşılık verdi. Meyveler de bitmişti. Bende bitmiştim. Üç tane satranç turnuvası ve ardından bu beyin fırtınası yormuştu beni.
"Artık uyumaya gidebilir miyim?" diye sormuştum anneme.
"Tabiki tatlım. Sen önden çık bizde meyve tabaklarını toplayıp kalkarız. Hadi gel bana güzel bir iyi geceler öpücüğü ver." deyip beni kendine çekti ve sıkıca sarıp öptü.
Odama çıkarken uzaktan annem ile babama baktımda yakışıyorlardı. Böyle bir aileye sahip olmak gerçekten güzeldi. Evin tek çocuğuydum. Benden başkası yoktu.
Yukarıya çıkarken odaları gezmeye karar vermiştim. Öyle de yaptım. Ahşap merdivenlerin karşısında geniş bir koridor vardı ve bu koridor iki yöne ayılıyordu. Soldaki koridorun tam karşısında tabandan tavana kadar duvarı tamamen kaplayan bir pencere vardı. Yukarıdaki salona doğru giderken iki basamaklı merdivenden geçtim. Kapı yoktu. Karışımdaki manzara birinci kattaki manzara kadar ferah ve eşi bulunmazdı. Ay ışığı ve denizin ışıltısı gecenin karanlığında bile aydınlatmaya yetiyordu.
Turkuaz, L şeklinde, küçük açık pembe çiçeklerle döşenmiş, beyaz kocaman yaştıkları olan bir mobilya vardı. Yanında da ahşaptan yapılmış, sallanan bir sandalye duruyordu. Anlaşılan kitap okumak için bu sandalyeyi kullananlar vardı. Ayrıca tekli sandalyenin karşısına yerleştirilmiş bir kitaplık vardı. Bir çok ansiklopedi vardı. Kitaplara şöyle bir kısaca göz atmıştım da geneli tabiat üzerineydi. Yabancı gelmiyorlardı ama detaylı bakmak için başka bir günü beklemeliydim. Ayrıca evde kitap okuyanların olması güzel hissettirmişti. Böylece insan farklı görüşlere ve eleştirilere açık olabiliyordu.Benim odam ise koridorun soluna dönerken yanından geçilen ilk odaydı. Diğer odaları gezmek için halim kalmamıştı. Yoğun bir gün olmuştu. Bence bugünlük bu kadar gezinti, şamata ve macera yeterliydi. Siyah kapaklı ve gümüş işlemeli kitabımı ise sonra okunmaya karar vermiştim. Ama muhakkak okumalıydım. Çünkü dünyanın döngüsü ve işleyişi kusursuzdu. Düşünüyorum da denizleri, okyanusları, hayvanları, çiçekler, meyveleri, sebzeleri, dağları, ormanları ve daha sayamadığım bu bütün tabiatı kusursuz bir döngü içinde yaratan, kim bilir kendisi ne kadar muhteşemdir.Kafamı onun nasıl böyle bir yaratıcı olduğunu düşünerek doldurmuştum.
Yatağa doğru gidip uzandım. Odamda küçük bir pencere vardı. Neden benim odamda diğer odalar gibi çok camlı değildi ki? Yatakta uzanırken hep çevreme bakınmıştım. Kitaplığım, çalışma masam, fotoğraf makinaların, santrançtan kazandığım madalyalar her şey yerli yerindeydi. Ardından tavana baktım ve ne göreyim? Sadece yatağımın olduğu kısıma özel kalın bir cam yapılmıştı.
Ruhların dansını buradan rahatça görüp izleyebilirdim. Tam da zamanında fark etmiştim bu camdan pencereyi. Hemen yatağımdan fırlayıp ışıkları kapattım. Saat 23.19 olmuştu. Yatağıma uzandım ve üzerime ince bir battaniye örttüm.Bu Ruhların dansı dediğim olaya; Kutup ışıkları ya da Aurora Borealis'de deniyordu. Bu muhteşem olay sadece kutup bölgelerinde gökyüzünde görülen, yeryüzünün manyetik alanı ile Güneş'ten gelen yüklü parçacıkların etkileşimi sonucu ortaya çıkan doğal ışımaydı. Rengarenk yapıyordu her yeri. Bu olay isimlerini şöyle almışlardı.
Aurora sözcüğü Roma Şafak Tanrıçası'nın adından gelmekteydi. Boreas'da Yunanca'da kuzey rüzgârına Pierre Gassendi tarafından verilen isimdi. Böylece Cree halkı bu ilginç olaya Ruhların Dansı adını vermişlerdi. Benim en çok hoşuma gelen bu halkın verdiği isin olduğundan Ruhların Dansı diyorum.Şimdi bu güzel gecenin ardından, bu muhteşem şölen karşısında tek yapılması gerekilen ayaklarımı uzatıp, başımı gökyüzüne çevirmekti. Ben de öyle yaptım. Bu doğal manzaranın tadına varırken uykuya ve düşüncelere daldım.
Bir ses uyandırmıştı beni. Saate baktığımda sabahın dördüydü. Bir ses duyuyordum ne güzeldi. Neydi beni böylesine mest eden? Sabahın dördünde uyandıran? Uyanmak zor gelmemişti ama ne için kalmıştım? Sese gitmeye karar verip pencereyi sonuna kadar açtım. Bir tane adam güzel bir sesle bağırıyordu. aslında tam bağırıyor demek yanlış olurdu. Sanki okuyordu. Şarkı gibi yada ilahi gibi de değildi. Peki neydi? Dinlemeye devam ettim.
"Hayya Alel Felah"
"Hayya Alel Felah"
"Essalatu Hayrün Minen Nevm"
"Essalatu Hayrün Minen Nevm"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Taş'tan Evler
SpiritualSiz O'nsuz kaç yıl yaşadınız? Ben O'nun muhabbetinden yoksun, tam 8 yıl yaşadım. Şimdi bir uçurumun kenarından su ana kadar yaşadığım boş zamanlara bakıyorum da, hiçbir şey bırakmamışım akıllarda. Sadece popüler olmakla yetinmişim. Böyle fani, böyl...