Bölüm 11

7 2 8
                                    

Uyandığımda terler içinde idim. Uzun zamandır bu rüyaları görmüyordum. Saat 03.31 idi. Yine aynı sesi işitiyordum.

"Allah-u Ekber, Allah-u Ekber."

Pencereyi açtım. Kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Sebebini bilmediğim bir acizlik , çaresizlik isteği ve anlamını bilmediğim bir ağlamamam vardı. Göz yaşları içinde eski kullandığım dağ bisikletimi aldım. Deli gibi hızlı sürüyordum. Bir elim ile yüzümü siliyor, diğer elim ile direksiyonu tutmaya çalışıyordum. Kapıya kadar gelmiştim. Küçüklüğümden beri ilk defa bu kapıyı açık görmüştüm. Zaten ikinci bir gelişim olmamıştı. Sesler kesilince bende rüyaları görmez olmuştum. İçeriye girmeye karar vermiştim. Bisikletimden nefes nefese sakin bir şekilde indim. Onu kapı girişindeki duvara yasladım ve bir adım attım. Ortada yapay şelaleleri andıran etrafında musluklar olan bir yapı duruyordu. İnsanlar ise bu muslukların önünde duran mermerden yapılmış taburelere oturmuş ellerini, ağızlarını, burunlarını, saçlarını, yüzlerini ve ayaklarını yıkıyorlardı. Bir müddet girişte durup onların bu hallerini izlesem de ben de içeri geçip öyle yapmaya karar vermiştim. Acaba beni çağıran bu ses bunları da mı çağırmıştı? Bende onlar gibi uzuvlarımı yıkadım. Su öylesine serindi ki dokunduğu her yer sanki huzur bulmuştu. Her zerrem anlayamadığım bu rahatlığa bırakmıştı kendini. Avludan sonra içeri doğru ilerledim. Halılar ile döşenmiş vir alan vardı. Sesle birlikte göz yaşımda kesilmişti. İnsanlar içeri gelip toplanmışlardı. İçeriden birisi ise sıra sıra durmuş insanların önüne geçti. Bu küçük bir çocuktu. Belki on iki yaşlarında olabilirdi. Aynı şekilde bir daha okumaya başladı.

"Allah-u Ekber, Allah-u Ekber."

Herkes ayakta idi sanki saygı duruşuna geçmişlerdi. Bu yerin artık ibadet yeri olduğunu düşünmeye başlamıştım ama neye ve kime saygı duyuyorlardı? Bizde saygı duyardık, temiz elbise giyerdik ama böylesine saygı görmemiştim. Mum yakan da yoktu. Bu nasıl bir ibadet şekli idi? Onlar gibi yapmaya çabaladım. Başta duran adam bir şeyler okudukça aynı cümleleri bende tekrar ediyor, göz yaşlarına boğuluyordum. O okudukça ben de okuyordum. Bunları nerde ve ne zaman öğrenmiştim? Benim tüm hayatım biyoloji öğrenmek ile geçmişti ama şuan adam ne söyler ise tekrarlamaya devam edebiliyordum. Kelimeleri durduramıyordum. Yanaklarımdan süzülen yaşlar ise beni benden almıştı. Bu hissettiğim ve içinde olduğum şey sanki teslimiyetti. Kendini adamaktı. Hâkim olmak değil de acizliğini, küçüklüğünü fark etmekti. Ne çok başıboş kalmaktı nede kendini tamamen sıkmaktı. Anlamını bilmediğim bu sözcükleri yaklaşık on beş dakika boyunca tekrarlamıştım. Bitince en önde komut vermek için duran birisi vardı. Onunla görüşmeye gittim. Eskiden gördüğüm bir adam vardı. Yine bisikletim ile gelmiştim ama konuşamamıştım. Geç kalırım diye hemen geri dönmüştüm. Emin olmasam da o adama benziyordu. Gittim selam verdim.

"Merhaba , efendim."

" Ve aleykümselam kardeşim. Buyur." Ben onun kardeşi değildim ama yıllardır beni tanıyormuşcasına sıcak ve içten çıkmıştı bu kelimeler dudaklarından. Şaşkınlığımı anlayan adam, omzumda tutup devam etti.

"Gel sana bir çay ikram edeyim. Hem sohbet et oluruz. Sana da uyar mı?"
Kekelemiştim.

"Olur efendim. Size sormak istediğim çok şey var."

"Tamam o halde gidelim gel." Yanyana yürümeye başladık. İçeride çay ocağını andıran bir yer vardı. Çayları ince belli farklı bir tarzı olan cam bardaklara doldurup yanına yaklaştı. Birini bana uzatıp banka oturdu. Üzerinde mezuniyette giydiğimiz cübbeleri andıran bir kıyafet vardı. Beyazdı ve işlemeleri göz doldurucuydu. Başına taktığı beyaz şapkayı çıkarmıştı. Bıyığı ve ince kirli bir sakalı vardı. Babam yaşlarda duruyordu. Hafif toplu bir vücudu vardı. Bana döndü. Üstünde yeni dumanı tüten çayından bir yudum aldı. Bir oh çekti.

Taş'tan Evler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin