Bölüm 10

7 2 2
                                    


10 Ağustos 2021

Siyah takım elbisemi giyip aşağı salona doğru ilerlemiştim. Annem babamın onun için seçtiği siyah elbiseyi giymişti. Annemi dört yıldır babamın ölüm yıl dönümlerinde bu elbiseyi giyip gitmekten vazgeçirememiştim. Kahvaltı masasında beni bekliyordu. Elinde bir kahve, deniz mavisi gözleri buğulu dışarı bakıyordu. Merdivenlere oturup kısa bir süre onu izledim. Annem Rosa her geçen gün babamı daha çok özlüyordu. Bazen ona yetmiyordum. İşte o anlardan birinde idim. Üniversiteyi babam istediği için devam etmiştim. Annem ise hem iş yerleri ile hem de benimle kendini meşgul ediyordu. Gün içinde unutmak için elinden geleni yapıyordu. İnci tanelerini silerken arkasını döndü. Bana baktı. Tebessüm etti.
"Sam!"
Acı bir sesleniş olduğunu hissediyordum.
"Bayan Rosa, yine göz kamaştırıyorsunuz." Ona doğru ilerleyip kocaman sarılmıştım.
"Oğlum sende baban kadar yakışıklısın." Annemi daha sıkı sarmıştım. Ağlıyordu. Babam gibi onu alnından öptüm.
"Kahvaltı yapmak ister misin?"
"Teşekkür ederim anne. Hadi gidelim." Babamın ölümünden sonra onun beyaz kızını ben almıştım. O hayalini kurduğum beyaz kız artık benimdi. Aslında babamın her şeyi benim olmuştu. Arabaya binip önce annemin sonra kendi kemerimi bağladım. Babama doğru giderken düşünüyordum da, dört yıldır bu sorular beni kemirip duruyordu. Annem üzülmesin diye kazadan önce duyduğum hiçbir şeyden ona bahsetmemiştim ama Bay Steve'in gerçek oğlu bile değildim. Neden vasiyetinde mallarının yarısını bana bırakmıştı ki? Doğum günümde bana öyle anlamlı bakması, hala zihnimde çıkmıyor. Bay Steve yine kendinden izler bırakıp gitmişti. Kim olduğumu bilmesemde Bay Steve'i seviyordum. Annemi ne kadar üzmüş olsa da , o benim babam. Anneme doğru kafamı çevirdiğimde hala hıçkıra hıçkıra ağladığını görebiliyordum. Kendisine doğru baktığımı fark edince, bana doğru iyice döndü Bay Steve edası ile seslendi.
"Hey! Yakışıklı oğlum önüne bak!" dedi ve tebessüm etti, etti ama ondan bile hüzün akıyordu. Annem için ne yapabilirdim ki? Mezarlığa varmıştık. Babamı deniz manzarası olan yeşil bir tepeye gömmüştük. Bazen inanasım gelmiyordu ama Bay Steve bu toprağın altında yatıyordu. Mezarının başında kocaman bir çınar ağacı vardı. Annem bir yandan dua ediyor diğer yandan ise ağlıyordu. İçimden şunları geçirmiştim.
" Bay Steve, ben geldim! Yakışıklı oğlun geldi! Sarılmak, öpmek , <Hadi Sam satranç oynayalım. Anneni kandıralım.> demek yok mu? Özlüyorum seni. Keşke kazada ölen ben olsaydım. Sen yaşasaydın baba! Annemi böyle gördükçe hastane odamı hatırlıyorum. Bana bakıp ağlamasını anımsıyorum ama sen vardın ve annemi sakinleştirmeyi başarıyordun. Ben nasıl yapmam gerektiğini bilmiyorum." Gözlerimi kapatırken damlalar yanaklarımdan süzülüvermişti. Annemin bir anda ellerini yanaklarımda hissettim. Göz yaşlarımı siliyordu. Ben fark etmeden beni izlemiş olmaydı. Sonra bana sarıldı.
" Baban kır çiçeklerini çok severdi. Eminim getirdiğimiz kır çiçeklerine bayılacaktır. Seni böyle yakışıklı gördüğü için bize cennetten bakıp gülümsüyordur. Canım oğlum, iyi ki varsın. Sen de olmasa idin ben ne yapardım?" Annem doğru söylüyordu. Bir ara krizler geçirir olmuştu. Onunla geceleri uyumak zorunda kaldığım anlar olmuştu. Kabuslar görüp, çığlıklar ile uyanır olmuştu. Çoğu gece onu sararak yatmıştım. Annem çok zor günler atlatmıştı. Babam ile vedalaştıktan sonra arabaya doğru ilerlemeye başladık. Annem hala ağlıyordu. Araba kapısını onun için açıp koltuğa oturmasına yardımcı olmuştum. Araba binmek için ilerlerken telefonum çalmıştı. Daniel beni arıyordu.
"Sam merhaba."
"Merhaba."
"Biliyorsun bu saatte aramam seni ama bir şey söylemek için aramıştım."
" Söyle Daniel. Annem ileyim." Sesim normal konuşmamdan daha soğuktu.
"Oslo Üniversitesine öğretim üyesi olarak kabul edilmişim." Mutluluğu sesinden bile anlaşılıyordu.
"Bu gerçekten harika,Daniel. Sonunda doğru bir iş yapmışlar. Tebrik ederim dostum."
"Sana telefon etmediler mi?"
"Hayır. Galiba amfiyi istediğim için red gelecek. Bilmiyorum. Sonra konuşalım mı? Annemi eve bırakmalıyım."
"Olur dostum. Annene selam söyle. Annem yanına bugün gelecekmiş iletir misin?"
"Annene teşekkürlerimi ilet. Onu yalnız bırakmaması beni mutlu ediyor."
"Tabi ki Sam. Lafı bile olmaz biliyorsun."
"Teşekkürler. Birazdan okula gitmek için seni de alırım. Görüşürüz." Telefonu kapatıp arabaya bindim. Kemerimi bağlarken anneme döndüm.
"Bayan Aurora bugün yanına gelecekmiş. İyi olur öyle değil mi? Çalışmalarımı toplamaya gitmeliyim. Daniel öğretim üyesi olarak Oslo Üniversitesine kabul edilmiş." Tebessüm edip cevap verdi.
"Çok sevindim. Tebriklerimi ilet lütfen. Peki, senin başvurundan cevap gelmedi mi?" Kafamı salladım. "Bilmiyorum. Galiba olumsuz bir cevap gelecek. Annem elimi sıkıca tutmuştu.
"Yardımımı gerçekten istemiyor musun?"
"Anne lütfen. Bunu daha önce de konuşmuştuk. Benim başarmama izin ver." Samimi sözleri ile başını sallamıştı.
" Peki tatlım. Nasıl istersen öyle olsun. Babanda böyle isterdi."
Annem elimi tutarken ben arabayı sürmüştüm. Eve varmıştık.
" Seni eve götürmemi ister misin?"
"Ben giderim. Sen geç kalma oğlum. Erken gidip erken gelin. Daniel'e tebriklerimi iletmeyi unutma."
" Peki anne. Seni seviyorum."
"Ben de seni seviyorum, Sam."
Yorgundu. Belli ki yine uykusuz kalmıştı. Ağlamaktan gözleri şişmişti. Canım annem ne zor zamanlar geçirmişti. Onun bu halleri beni üzüyor olsa da , elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Annem arabanın kapısı kapattı. Bende arabayı geriye doğru çıkarıp yola çıktım. Daniel'in evi yolumun üzerinde olduğundan geri dönmek zorunda kalmayacaktım. Daniel evinin önüne gelmiştim. Bir iki defa korna sesinden sonra Daniel dışarı çıkmıştı.
"Selam."
"Selam. Annem tebriklerini iletti. Ben doğrusu şaşırmadım. Hak etmiştin."
"Teşekkürler dostum. Annen nasıl?"
" Bildiğin gibi yine siyah elbisesini giydi."
"Nasıl rahat ediyorsa bırak öyle yapsın. Zaten yeterince onun için zordur."
"Biliyorum Daniel. Ben de bir şey demiyorum."
"Senin sonuçlar ne oldu? Nasıl seni aramazlar?" şaşkınlık ve kızgınlık içinde idi Daniel. Aramamış olmaları benim kadar onu da kızdırmıştı.
" Bir fikrim yok. Muhtemelen amfi istemiş olmam sorun olabilir ama biliyorsun orası benim hayalim. Ders vermeyi istediğim tek yer."
" Biliyorum dostum. Umarım olur."
"Sence profesör ile konuşmalı mıyım?"
"Uğrarız yanına senden iyi biyoloji öğretmeni olur mu?" gülümsüyordu. Bana baktı cebinden bir pop kek ve küçük bir mavi mum çıkardı. Yine unutmamıştı. Babamın ölümünden sonra doğum günümü hiç kutlamamıştık. Annem <mutlu yıllar> bile demez olmuştu. Bende hoşlanmaz olmuştum. Daniel ise <ölüm ile doğum başka mevzular> deyip her yıl muhakkak bir sürpriz yapardı.
"Hey! Yine mi? Yapma Daniel."
Çok şaşkındım. Beklemediğim bir anda gelmişti.
" Tek kutlayanın ben olduğumu biliyorum. Senin varlığına şükrediyorum. Sam iyi ki doğdun dostum." Deyip bana elini uzatmıştı. Elini sıktım ve her zamanki hareketimizi yaptık.
"Sende iyi ki varsın, Daniel. Teşekkür ederim." Duygulanmıştım. Can dostum hiçbir zaman unutmamıştı. Bir gözüm yolda, muma doğru eğilip üfledim. Daniel üzerinde duran mavi mumu çıkarıp bir peçeteye sardı. Biliyordu ki ben onun bana verdiği tüm mumları bir köşemde saklıyordum. Sonra ısırmam için bana uzattı. Bende bir ısırık alıp geri çekildim. Mutlu olmuştum. Koca yürekli Daniel her zaman pozitif enerjisi ile bana iyi gelmişti. Hiçbir kötülüğe bulaşmayı sevmeyen bu adamı seviyordum. Ne içkisi, ne sigarası hiçbir şeyi yoktu. Bizim çevremizde böyle insanlar bulmak zordur ama biz içmemeye karar vermiştik. Sağlığa ciddi zararları vardı. Babam ise ölmek için benim doğum günümü seçmişti. Kötü bir gün seçimi olsa da Daniel tüm acılarımı unutmam için güzel bir ilaç, iyi bir yoldaş olmuştu. Hayatımın şu anlarında o olmasa idi bilmiyorum ne yapardım. Ona doğru mutlu olduğumu anlasın diye bir bakış atmak için dönmüştüm ki, bizim Daniel top kekin geriye kalanını silip süpürmek ile meşguldü. Beni yine tebessüm ettirmişti.
"Yavaş yavaş! Boğulacaksın." Deyip kahkaha atmıştım.
"Acılarımı en iyi anlayan adam. İyi ki varsın sen."
"Yapma Sam. Sende öylesin." Bir iki şakalaşmanın ardından yolun geri kalanında ise yaptığımız araştırmalar üzerine konuşmaya başladık. Beş saatin ardından fakültenin önüne varmıştık. Arabadan inince Daniel'e sarılmıştım. Bu koca yürekli adam beni hep mutlu etmişti. Ağlamamak için kendimi sıkmıştım. Sonra klasik el hareketimizi yaptık. Can dostum huzursuzluklarımın içinde bana hep huzurdu. Daniel bana yeter bu sululuk der gibi bir bakış attı.
"Hadi tamam içeriye geçelim." Dedim bende.
Fakülteye doğru ilerlemiştik. Merdivenleri teker teker çıkmıştık. Bu duygusal sabahın ardından öğretim üyesi olarak kabul edilmemiş olmam da son noktayı koymuştu. İçimde bir kırgınlık vardı. İçimde bir yerlerde olan umut kırıntısı ise şunu diyordu.
"Sam merak etme birazdan seni profesör arayacak." Zihnimde bu kelimeler yankılanırken arayan da, gelen de yoktu. Eşyalarımı toplamayı bitirmiştim. Araştırmalarım, fotoğraflarım, kitaplarım, en sevdiğim ansiklopedilerim ve annemin benim için aldığı kalemliğim hepsini almıştım. Bir şeyler mırıldanmaya başlamıştı. Seafret 'in oceans şarkısı. Bu şarkıda adeta benim uzaklıklarım anlatılıyor. Hem istediğim işimi hem de siyah etekli kadını bana anımsatıyordu. Hiç bozmadan etrafta son eşyalarımı alırken mırıldana mırıldana devam ettim. Eşyalarımı toparlamayı bitirmiştim. Kapımı son kez kapatmıştım. Anahtarı sekreterliğe teslim etmiştim. Sekreterimiz olan Bay Malcom üzgün olduğunu belirtmiş ve birkaç cümle söylemişti.
"Burada olmayı hak eden en değerli insanlardansın. Umarım her şey iyi olur senin için. Üzülme ve onlar seni kaybettiği için üzülsün." Deyip elini uzatmıştı. Elini sıkarken teşekkürlerimi ilettim.
"Teşekkür ederim, Bay Malcom. Her şey gönlünüzce olsun."
Bahçeye doğru ilerlermeye başlamıştık. Ben ise şarkıma devam ediyordum. Siyah etekli kadını anımsamak böyle zamanlarımda bana yardımcı oluyordu. Sanki kokusunu alıyordum. O zamanlar da rahatlıyor içimi huzur kaplıyordu. Anlamını bilmediğim gecelerde bile bana iyi geliyordu. Çünkü gece herkes için olurken , herkesin karanlığının siyahlığı kendine farklı oluyordu. Ben mırıldanırken Daniel daha da sessizliğe gömülmüştü. Biliyordu ki ben çok üzgündüm. İlk defa yollarımız ayrı düşüyordu. Bugün de böyle olması gerekiyormuş. Tam şarkının son satırlarında iken adımlarımın da sonuna gelmiştim. Daniel hala içine gömülmüş beni dinliyordu. Alışkındı bu hallerime ve şarkı bitmişti. Bende tükenmiştim. Bir ses sanki beni çağırıyordu. Etrafa bakındım ama göremedim. Biraz daha yürüdüm. Daniel kolumdan sarstı.
"Hey sam! Duymuyor musun? Profesör seni çağırıyor." Arkamı döndüğümde profesör nefes nefese kalmış karşımda idi.
"Telefonuna neden bakmıyorsun?" çıkarıp bakmıştım. Beş cevapsız arama.
"Afedersiniz. Bu kadar önemli olan ne idi? Sessizde kalmış telefonum."
"Eşyalarını almış nereye gidiyorsun? Seni bırakacağımı düşünmedin değil mi? Sabahtan beri yönetime senin amfi meselesini tartışıyorum oğlum." Daniel ile birbirimize baktık. Şaşkındım.
"Bay Andry yani kabul edildim mi?" hala zorla nefes alıyordu. Bu yaşlı adamı yormuştum. Hızlı hızlı solurken çıkıvermişti ağzından cümleler.
"Lütfen kal oğlum. Bizimle çalış. Senin gibi iyi bir biyoloji dahisini kaçırmak hiçbir yönetim istemez. Ben de istemem."
"Peki amfi?" sorgulan gözler ile bakmıştım. O kadar yorgundu ki belli olmuyordu ne diyeceği. Acaba kabul ettire bilmiş miydi?
"Hallettim. Zor da olsa yönetim kabul etti. Yani kalıyorsun değil mi?" biz Daniel ile sevinçten kahkahalar atmıştık. Daniel bana sarılmıştı.
"Sana söylemiştim. Sayın Sam CARTER. Yeni üniversitemize hoş geldiniz." Daniel bu cümleleri söylerken bile gözleri parlıyordu. Bu güzel haberin ardından profesör ile gidip biraz çay içip, muhabbet etmiştik. Sonra ona teşekkür edip odasından ayrıldım. Bay Andry beni oğlu gibi görür. Hem yaşı icabı, hem de yaşım icabı böyle oldu. Küçük yaşta bize sahip çıktı. Dünya da hala böyle iyi insanların olması ne kadar güzel anlatamam size. Bizim bölümdeki herkes haberi almış olmalıydı ki her gören "Tekrar hoş geldin Sam." diyorlardı. Tebrikleri kabul edip hemen annemin yanına gitmek istiyordum. Daniel yola çıktığımızı haber vermek için annesini aramıştı. Daniel'e annesine söylememesini söylemiştim. Anneme gittiğimde bu güzel haberi ben vermeli idim. Onu böyle bir günde mutlu görmek istiyordum. Yolculuk için arabaya bindik. Beş altı saate evde olurduk. Annem babamın ölümünden sonra çok kötü idi. Tek kalmaması için benim yanıma gelmişti. Sık sık Bergen'e gidiyorduk. Bayan Aurora da sık sık gelip bizde kalıyordu. Annem her şeyimdi. Daniel ile şimdiden planlar yapmaya başlamıştık. Artık aynı lise, aynı üniversitenin ardından çalışma arkadaşı da olmuştuk. Eve vardığımızda gecenin karanlığı çökmüştü. Yıldızlar her zaman olduğu gibi solgun değil de, sanki ışıl ışıldı. Annemler yemek yapmış bizi bekliyorlardı.
"Hoş geldiniz oğlum. Yolculuk nasıldı?"
"Bayan Rosa, size bir haberim var." Aynı elbise ile oturmasını umursamayarak ona sarıldım.
"Oğlun bugün öğretim üyesi oldu!"
"Sam gerçekten mi? Oğlum aferin sana."
Beni öpmüş ve daha sıkı sarılmıştı. Onu mutlu etmek babamın ölümünden sonra benim ilk görevim olmuştu.
"Yemeğe geçelim mi? Bunu kutlayalım tatlım."
"Olur anneciğim." Onu böylesine iyi görmek bana da huzur vermişti.
Bayan Aurora çorbayı servis ederken seslenmişti.
"Çok sevindim oğlum. Tebrik ederim. İkiniz ile de gurur duyuyorum."
"Teşekkürler Bayan Aurora. Sizin üzerimizde emeğiniz çok." Yemek masasına doğru ilerlemiştik. Babamın koltuğu artık boştu. Ben de oturmak için yanaşmıyordum. Annem ne vakit yemek masasına otursak oraya bakar dalardı ama bugün oraya sadece bir defa kısa bir bakış ile baktığını görmüştüm. Anlaşılan bu haber onu bugünün durumundan alıp koparmıştı.
Sohbetler ettik, şakalar yapıp ve kahkahalar attık. Yemek bitmişti. Annem bizlere meyve hazırlamıştı. Salona geçip muhabbet etmeye devam ettik. Ben bir fincan kahve almak için mutfağa doğru ilerlerken seslendim.
"Kahve almak isteyen var mı?" annem ve Aurora istememişlerdi.
"Bana da dostum yapar mısın?" Daniel kahvesini hep benimle içerdi. Bu onunla edindiğimiz bir alışkanlıktı.
"Daniel sana sormadım. Senin içeceğini herkes biliyor." Deyip gülünce annemler de beni onaylar gibi konuşmuşlardı.

"Haklı Sam." Deyip gülümsemişlerdi. Annemi
bugün böylesine mutlu görmek beni derinden huzurlu hissettirmişti. Kahvemizi alıp salonun uzun eni ince olan büyük camların yanına doğru gittik. Öylece ayakta dururken okyanusun güzelliğine dalıyordum. Kuzey ışıkları birazdan başlarlardı. Yatağım artık bana küçük gelse de hala iş görüyordu. Şöleni izlemeğe değecek kadar idare ediyordum. Daniel ve annesi bu gece bizde kalmaya karar vermişlerdi. Onlara yer hazırladıktan sonra elbiselerini değiştirebilsinler diye temiz eşyalarımızdan birer kat vermiştim. Vakit haylice geç olmuştu. Herkes odasına çekilmişti. Annem dört yıl sonra ilk defa üzerini bugün değişti. Huzurlu idi. Hal ve hareketleri bunu gösteriyordu. Annemi kontrol etmek için son kez yatak odasına yaklaşmıştım. Yatağında her zaman ki köşesinde kendi kendine konuşuyordu.
"Steve, bebeğimiz çok başarılı oldu. Senin de olmanı çok isterdim. Oğlumuza yardım ettiğin için teşekkür ederim. Seni seviyorum, hayatım. Tanrı seni korusun. Oğlumuzu korusun. Âmin." Annemin iyi olması beni mutlu etmişti. Anneme bakmayı bırakıp sessizce koridordan kendi odama geçtim. Yatağıma uzandım. Kafamı yastığıma koyup ruhların dansının tadını çıkararak uykuya daldım.
"Oğlum kalk vakit geldi."

"Ne vakti anne?"

"Duymuyor musun? Seni çağırıyor kalk!"

Taş'tan Evler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin