Sakura parkının yanından geçiyorduk. Hala baharın etsinde olan kuşların sesleri her yeri kaplıyordu. Sakuranın çiçekleri her yeri pembeye boyamıştı adeta. Seslere ve çiçeklere bakılacak olursa Nisan ayında olmalıydık.Ben en çok bahar döneminin bu ayında, Sakuran ağacını izlemeyi seviyordum. Parkın orta yerinde yapay bir göl vardı. Gölün üstü pembe çiçeklerle doluydu. İnsanlar etrafında resim çekiliyor, çocuklarıyla vakit geçirip eğleniyorlardı. Yine bisiklete binmiş şelalenin etrafında tur atan çocuklar vardı. Bende gitmek ve Sakuran ağacının yanında eğlenmek, resim çekmek bu manzarayı kaçırmamak istiyorum. Sakura ağaçlarının kökeni ise Japonya'ya dayanıyordu ve onlar için çok önemli anlamlara geliyordu. Ama ben şuan hatırlayamıyordum ne anlama geldiğini. İşte yine olmuştu. Ağacın ne anlama geldiğini hatırlamıyordum ama adını biliyordum. Bu olay bir kez daha tebessüm edip gamzelerimi çıkarmama sebep olmuştu. Bir şeyleri hatırlamak keyfimi yerine getirmişti. Çünkü ailemle geçirdiğimiz o güzel anıları tekrar hatırlamak istiyordum.Yolda giderken etrafımı izlemeye ve bir anlık sessizliği tatma imkânım olmuştu. Parkın ardından başka bir yola girmiştik.
Norveç Denizi'nin yakınlarından geçiyorduk.Hava miss... gibi kokuyordu. Rahatlamak ve nefes almak için kafamı yukarıya kaldırdım ve ne göreyim? Gökyüzünde kardan yapılmış bulutlar, sanki bilerek parça parça resmedilmişlerdi. Kimdi bu kadar güzel resim yapan? Kimdi bu rengi veren? Deniz mi yansıyordu gökyüzüne yoksa her yeri ışıldatan gökyüzü müydü denize rengini veren? Sahi kimdi her şeyi böyle tane tane yerine yerleştiren? O kadar güzel duruyorlardı ki, rahatlamam açısından iyi olmuştu. Ardından taştan yapılmış, birçok renklerle donatılmış evler gördüm caddede. Evlerin çatıları kiremitten yapılmış ve üçgen şekliyle donatılmışlardı.
Çok fazla insan yoktu sokaklarda, caddelerde... Sanki insandan çok taşlar sahipti bu şehre. En azından bu taştan şehirde arkadaşım olabileceğini düşündüğüm bir kaç kişi gördüm caddelerde ama emin değildim. Sonra birkaç tane giyim üzerine mağaza gördüm ve tam caddenin solunda bulunan sokağa dönerken çok şaşalı, cıvıl cıvıl renklerle donatılmış ve üzerinde posterler asılı olan, bir bayan kuaförü gördüm. Güzel görünüyordu. Daha önce uğramışcasına içim ısınmıştı. Karşıda bir yerde dur işareti vardı. Direğe yaslanmış vaziyette kilitlenmiş olan bisiklet tıpkı bizim araba kadar beyaz ve bakımlı görünüyordu. Yanından geçerken gözlerimi camdan alamadım bu bir dağ bisikletiydi.
"Bende binmek isterdim ama iyileşince" diye iç geçirdim. Annem Rosa dışarıda bir şeyleri incelediğimi fark etmiş olacaktı ki bana bakıp gülümsüyordu. Bende ona bakıp gülümsedim ve birde göz kırptım. Bu yolculuk ve hastane odasından çıkmam çok iyi olmuştu. Başımdaki ağrı daha da azalmış gibi hissediyordum.
Ben derin düşüncelerimden bu tebessümle çıkış yaparken, babam da hatalı sollama yapıyordu ve ben arka koltukta kemerimle oturduğuma şükür etmiştim. Annem bana aynadan bakıp hala gülümsüyordu. Anlaşılan beni çok seviyordu. Bende onu çok sevmiştim. Babam koltuğu az geriye itmiş vaziyette arabayı sürüyordu. Boyu bir basketbol potasının yarısına yetişebilirdi galiba. Annem ona oranla daha kısaydı. Buğday tenli olmasına rağmen çekici bal sarısı gözleri vardı. Ayrıca hiç dikkatimi çekmeyen kirli sakallara sahipti. Ben sevmiştim sakallarını da ama bence sakal falan bahaneydi, babam Steve gerçekten yakışıklıydı.
"Bende onun gibi büyüğünce olabilecek miydim acaba? Güçlü olabilecek miydim? Anneme mi benzeyecektim yoksa babama mı? Nasıl birisiydim eskiden acaba? Umarım kavgacı bir tipim yoktur!" diye kendimi soru ve düşünce yağmuruna tutmuştum ki. Annemin sorusu düşünmeme sebep olmuştu. "Evimizi hatırlıyor musun Sam?"
"Hayır." dedim omuz silkeleyerek.
"Hımmm... Peki nasıl olsun isterdin?"
"Yaşadığımız evi merak ediyorum. Babamın kullandığı arabaya bakarsak," bir an için dikiz aynasında babamla göz göze geldim. Kötü bakmıyordu ama yumuşakta baktığı söylenemezdi. Tepkisiz kalmıştı. Bende devam ettim.
"Bahçeli büyük bir evimiz olması muhtemel diye düşünüyorum" Annem şaşkın bir ifadeyle sormuştu bu soruyu.
"Arabayla ne alakası var hayatım?" dedi ve tatlı bir şekilde gülümsedi.
"Bu araba Range Rover 2015 model değil mi?" dedim. İşte şuan elimde annemlerin yüzlerindeki ifade değişimini çeke bilecek olan fotoğraf makinalarımdan birisini olmasını isterdim. Dur bir dakika şuan ben yavaş yavaş anımsıyor muydum yoksa bu aklıma gelenler, unutmadığım kısımlardan mı? Bilmiyordum...
" Sam nasıl bunu biliyorsun?" dedi babam.
Bende omuz silkerek cevap veridim. " Bilmiyorum. Daha önce öğrenmiş yada araştırmış olmalıyım." Dedim. Şaşırmıştık hep birlikte ama bu şaşınlık bende güzel düşünceler hissettirmesi gerekirken neden baş ağrımı arttırıyor? Gerçekten ters olan ben miydim yoksa anılar mı? Anlayamamıştım.
Sonunda eve gelmiştik. Ben eve gelene kadar bahçeli bir şeyler hayal ediyordum ama değilmiş. Neden bu düşünceye kapıldığıma da anlam veremedim. Galiba babamın arabasından sonra daha lüks bir yer hayal etmiştim. Eve varana kadar da bahçeli evimiz var gibi gelmişti. Ama bu defa yanılmış gibi görünüyordu. Evin görünüşüne gelirsek, dış cephesi güzeldi. Lüks Amerikan tipi bir evdi. Üst katta bana ait bir odam vardı. İçinde var olduğunu anımsadığım tek şey fotoğraf makinelerimdi. Yukarıya çıkmak için izin almıştım. Annemde benimle birlikte yukarıya kadar eşlik edeceğini söylemişti. Merdivenlerden çıkarken tereddüt eder gibi oldum ama neden böyle kötü hissettim anlam verememişken, kafamdaki ağrı bir an neden olduğunu anımsatırcasına acıdı. Burada düşmüş olmaydım ama hiçbir iz yoktu etrafta. Ne olmuşsa bana olmuştu. Ahşaptan oluşan merdivenler de bir çizik dahi yoktu. Alt katta büyük bir salon ve ona eşlik eden hoş bir mutfağımız vardı. Mutfağımızın tezgâhı siyahtı ve üzerine sim dökülmüşçesine parıldıyordu. Çok pencereli ferah bir ev idi. Sanki deniz karşımızda gibi ev mis kokuyordu. Başımın ağrımasına rağmen bu kadar dikkatli olmam ve konsantre olmada zorluk çekmemem beni rahatlatmıştı.
"Belki hafızam tekrar gelebilirdi." diye düşündüm. Çünkü yabancıydım bu eve. İçimi daraltmıştı bu ahşaptan yapılı merdiven. Başımın ağrısı dayanmaz bir hal almıştı ve ben artık uyumalıydım. Bu his için en iyisi, şu anlık geçer ümidi ile umursamama kararı almıştım. Annem odama kadar elimi hiç bırakmadı. . Öptü yatağa yatmama yardım etti ve üzerimi örttü. Kapıyı kapatırken ses çıkarmamaya özen göstermişti. Karşıdaki kitaplığımın üzerine dizilmiş kırmızı kitaplarıma ve fotoğraf makinalarıma bakarken dalmış gitmiştim. Uyandığımda akşamın yedisi olmuştu. Karşıya baktığımda ise bu defa sadece başka renkte kitapla ve fotoğraf makinalarım duruyordu. Kırmızı kitaplardan eser yoktu. Yoksa ben mi yanlış görmüştüm?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Taş'tan Evler
SpiritualeSiz O'nsuz kaç yıl yaşadınız? Ben O'nun muhabbetinden yoksun, tam 8 yıl yaşadım. Şimdi bir uçurumun kenarından su ana kadar yaşadığım boş zamanlara bakıyorum da, hiçbir şey bırakmamışım akıllarda. Sadece popüler olmakla yetinmişim. Böyle fani, böyl...