Bölüm 6

2 2 1
                                    

Sonunda beklediğim gün gelmişti. Yarın sabah dikişlerimi aldırabilecektim. Akşam yemeğimizi yemiştik ve sofrayı toparlıyorduk.
"Sam, tabağını getirip bırakır mısın, tezgaha tatlım?"
"Tabiki." dedim ama bu haftanın yorgunluğu ve yarının sevinciyle uyumak için odama gitmek istiyordum.
"Anneciğim bugün erken yatmak istiyorum. Yarına hastaneye gideceğimiz için heycanlıyım. Sonunda rahatça gezmeme izin vereceksin diye ümit ediyorum." dedikten sonra annem bana küçük bir bakış attı . O an "Tamam artık uyku vakti. Kaçmalısın Sam!" dedim kendi kendime ve annemin cevabını duyar duymaz kaçtım.
"Senin iyiliğin için yapıyorum, tatlım. Biliyorsun değil mi?"
"Anne biliyorum, seni seviyorum."dedim .
"Baba test için aç olmama lüzum var mı?"
"Hayır oğlum. Kahvaltıdan sonra çıkacağız" dedi.
Yukarı hızlı adımlarla çıkıyordum ki annemden yine bir çığlık koptu, bağırıyordu.
"Sam dikkat et!"
Zaten bu dikişler yüzünden ne park gezilerine ne de dağ gezilerine gitmeme izin vermemişti. Bu yüzden çok sıkılmıştım ama diğer taraftan da, iyi olmuş diye biliriz. Bu sayade ev bulunan bütün ansiklopedileri okumuş bitirmiştim. Evde geçirdiğim sıkıcı bir haftanın ardından dışarıya çıkmak, nesef almak, dağ gezintisine gitmek ve beni uyandıran sesin sahibini bulmak istiyordum. Bir haftadır aynı şeyi hergün yaşamış olsamda halimden memnundum.
Yatağa geçmeden önce kiitaplığımın üzerinde duran Canon EOS 700D aldım. Eskiden çektiğim fotoğraflara, kitap okumaktan bakma fırsatım olmamıştı. Özelliklerini incelemdiğim de şaşırtıcı niteliklere sahipti. 18 MP olması bile benim için yeterliydi. Çözünürlüğü, kapasitesi ve benim için olmazsa olmaz zum lensim bile vardı. Dağ gezilerimin eğlenceli olacağını düşünüyordum. Ardından fotoğrafraları tek tek açıp bakmaya başladım. Ruhların dansı başlayana kadar çekmiş olduğum fotoğaflara göz gezdirerek vakit geçirmek güzel olacaktı. Resimlerin geneli çiçeklerle, ağaçlarla ve taştan yapılmış farklı mimari yapılara sahip mekanlara aitti.
Hızlı bir şekilde geçirerek fotoğraflara bakıyordum ama bir önceki yapıyı sanki bir yerde görmüşcesine anımsadım. Hemen geri sardım ve gördüğüm yapı büyük bir kapının fotoğrafıydı. "Nereden hatırlıyordum acaba?" derken anlımın buruştuğunu ve ellerimin terlemeye başladığını hissettim. Ta o anda kafamı yukarıya camın olduğu yere kaldırdım ki Ruhların Dansı başlamıştı. Düşünmeyi sonraya bırakmak şuan da benim için yapılabilecek en güzel şeydi. Bende öyle yaptım.
"Hadi uyan oğlum. Vakit geçiyor."
Bir an da yerimden sıçramıştım. Yine aynı rüyaydı. Bir haftadır aynı rüyayı görüyordum. İşte yine o ses. Aynı vakitte ve aynı sesle bir haftadır uyanıyordum. Ne olduğuna anlam veremediğim bu ses, artık ezbere benim ağzımdan da dökülü veriyordu. Tüm hislerimi alt üst edip geçiyordu. Nasıl bir ses beni benden alıp başka bir diyara götürüyordu anlam verememiştim. Televizyondaki hiçbir müzik bunu yapamıyordu ama bu ses beni bir şeylere muhtaç hissettiriyordu. Bitene kadar bende adamla birlikte okumuştum.
Anneme hala anlatmamıştım. Tekrar yatağıma geçip uyumak istiyordum ama bir türlü uykum gelmiyordu. Annemler geç vakitlere kadar uyuyabiliyorken, ben bu sesin ardından hiçbir şekilde gözüme uyku girmiyordu.
Sabah olmuştu. Sonunda yukarı odalardan ses gelmeye başlamıştı. Uyanmış olmalıydılar. Ben çoktan siyah kotumu ve beyaz tişörtümü giymiş, denize karşı meyve suyumu içiyordum. Annem bana sesleniyordu.
"Sam oğlum aşağıda mısın?"
"Evet, anne."
"Tatlım biz de üzerimizi değiştirip geliyoruz."
"Tamam anne."
İşte yeni gün, hatta yeni yaşamım demek daha doğru olurdu şimdi başlıyordu. Bugün benim için yapılacak testin sonucuna göre okula gidecekmişim. Babam Steve öyle diyordu. Kim bilir belki de düşündüğüm kadar zeki değilimdir. Ama zeki olduğumu ümit etmek istiyorum. Annemlerle aşağı indiler. Annem hoş bir askılı boydan yeşil tonlarla ve çiçek desenleriyde desteklenmiş boydan bir elbise giymişti. Saçları uzundu. Dalgalı maşa yapmıştı. Makyajı yok denecek kadar sade idi. Babam ise kumaş İtalyan model lacivert bir takım elbise giymişti. Gerçekten alışıla gelmişin dışında bir anne ve babaya sahiptim. Annemlerle birlikte bir şeyler atıştırdıktan sonra hemen çıktık. Fazla uzun bir kahvaltı olmamıştı. Çünkü herkes beni bekliyordu. Bütün hastane benim testinden haberdı. Babam bir hafta boyunca sıkı tedbirler ve kesin sonuç almak için en iyi testleri ve uzmanları ayarlatmıştı. İşte gitmek için evimizin beyaz bebeğine binmiştik. Yol bu defa daha kısa gelmişti. İlk gelişimi hatırlıyordumda babamı ne sevimsiz bulmuşum. Yine beni bir kıkırtı tutmaya başlamıştı. Babam dikiz aynasından bana bakıp tebbessüm ediyordu.
"Evet delikanlı. Heyecan var mı?"
"Baba gerçekten bu soruyu bana mı sordun?" dedim. Alaya alır gibi. Gamzelerim kendini belli etmeye başlamıştı.
"Evet. Sormamalı mıyım?" Babam durulmuştu. "Yanlış bir soru mu sordum?" der gibi bakıyordu aynadan.
"Babacığım, benim gibi zeki ve yakışıklılığını senden almış biri olarak bu soru gülümsetti beni." Hala alaya aldığını fark edince aynı şekle o da büründü.
"Ah, benim akılsızlığım. Onca santranç birincilikleriniz ve bu tatlı bakışlarınızla tüm kadınların gözdesi olan Sam CARTER'a nasıl bu soru sorulurdu?"
"Bu defalık görmezden geleceğim. Sen sürmeye devam et." dedim. Babamla annem birbirine bakıp gülmeye başladılar.
"Bizim oğlumuz ne vakit bu kadar büyüdü?" Annem bu kelimeler dudaklarından dökülürken ağlamakla gülmek arasında kalmış bir duygu seli yaşıyordu. Babamın ise kahkahayla birlikte söylediği şey netti.
"Bilmiyorum ama bizi geçeceği kesin."
Bu tebessümler devam ederken hastahaneye vardığımızın farkına bile varmamıştık. Babam arabadan inmeden önce seslendi.
"Küçük Bey, inmek isterler mi? " Bende ukala ukala babama bakmadan konuşmama devam ettim.
"Kapımı açan olursa neden olmasın?" dedim ve gülümsemeyle aşağıya indim.
Daha önce çıkarken hastanenin ismini fark etmemiştim. Hastanenin ismi soy ismimizdi.
"Carter Hastanesi"
Asılı olan levhaya göz gezdirmeyi bıraktıktan sonr yukarıya beyaz koridora doğru ilerledik ve asansörle en üst kata çıktık. Yine benim için hazırlanmış bir oda vardı. Doktorlar ağrım olabileceğinden dikişleri sınavdan sonra almayı önermişlerdi. Bende kabul ettim. Benim için hazırlanan odaya girdim ve sadece beyaz bir masa, iki beyaz sandalye ve beyaz üniformalı bir doktor vardı. Testler kağıtların üzerindeki şekilleri genelde devam ettirmemiş istiyordu. Yaptım ve yoğun bir kaç saatin ardından odadan çıktım.
"Sonucu ne zaman alabiliriz?" Babam gayet netti.
"Bugün akşama elinizde olur diye umuyoruz."
"Umarım iyi bir sonuçla karşılarız." dedi babam. Ümitliydi ve umarım ümüdini boşa çıkarmazdım. Dikişlerimi alıp biz annemle takye binip eve geçtik. Düşündüğüm kadar canım yanmamıştı.

Akşam olmuştu. Annem yemekle uğraşırken. Ben evde yemek masasının üstünde duran telefona yoğunlaşmış bir vaziyette oturuyordum.
"Sam yeter beklemeyi bırak. Baban gelince öğreniriz tatlım." Ben gerçekten çok meraklanmıştım.
"Anne babamı arasak mı?" Saate doğru baktı.
"Saat çok geç değil tatlım. Birazdan gelir baban."
"Anne düşük çıkarsa babam çok üzülür mü?"
"Oğlum sen sadece zeki olunca bizim çocuğumuz değilsin. Her daim biricik, sevimli, tatlı mı tatlı, şirin mi şirin küçük oğlumuz Sam'sin. Tamam mı?"
Sorgulayan gözlerle bana bakıyordu. Sadece kafamı salladım. İşte o an babam anahtarıyla içeriye girmişti. Yüzündeki mimiklerden bir şeyler çıkarmaya çalışıyordum. Koşar adımlarla gittim yanına.
"Baba sonuç ne?"
"Sam beklediğimiz gibi gelmedi."
"Ama ben emindim." Yüzüm yerle bir olmuştu. Ağlayacak gibiydim. Annem zarfı alıp açtı.
"Sam bu harika!"
Babam o an beni alıp kucakladı.
"Aferin Sam. Gerçekten bir dahisin oğlum!" Annem ve babam çok sevinmişlerdi. Onlar kendi aralarında sarılırken annenin elinden kağıdı aldım hemen. Kağıdın en altında şu sözcükler yazıyordu.

"Tebrikler yeni DAHİ. IQ seviyeniz 174 . Aramıza hoşgeldiniz. "

Taş'tan Evler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin