☁Kayboluş ⛅

58 2 0
                                    

Her zaman ölmeden önce hayatımın film şeridi gibi gözlerimin önünden geçeceğini düşünürdüm. Neden böyle düşündüğümü her zaman olduğu gibi yine hatırlamıyordum. Belki filmlerden , belki birinden duymuştum. Ama geçmedi.Belki de hafızamdaki tüm anılarım yok olduğu içindi. Ölmüş müydüm ? Bilmiyorum. Soğuktu, karanlıktı ve o kadar yorgundum ki en son neler yaşadığımı bölük pörçük bile olsa anımsayamıyordum. Korkmalımıydım? Uyanıp kalkmak , nerde olduğumu görmek için çabalasam da göz kapaklarım bana direnmekte kararlıydı. Parmaklarımı oynatmaya çalıştım. İpeksi kumaş bileğimi okşadı. Yatak da olmalıydım ve sonunda göz kapaklarım yavaşça aralandı. Tavandaki avizeden yayılan sarı şık gördüğüm ilk şeydi. Işık kısılmıştı. Odaya dinlendirici bir hava katıyordu. Başımı yastıktan kaldırmak gerçekten zor olmuştu. Odayı gözden geçirmeye başladım. Kreme çalan kirli beyaz duvarlardan birinde altın sarısı şekillerle süslenen duvar kağıdı vardı. Yatıyor olduğum hastane yatağına baktım. Kolumda serum iğneleri ve kırmızı hastane bilekliğim kısa zamanda kendini gösterdi. "Rebecca Hope Carver" bu isimden bana tanıdık olan tek şey Rebecca'ydı. Hemen yanımdaki komidine baktım. İçi yarıya kadar su dolu cam bir sürahi ve bardak yan yanaydı. Ayrıca içi boş bir vazo da vardı. Demek ki kimse bana çiçek getirmek istememişti. Eğilip komidinin ilk çekmecesini araladım. Temiz kıyafetler sıralanmıştı. Çok fazlaydı. Daha dün gelmiş olmalıydım. Neden bu kadar fazlalardı ? Ardından ikincisine baktım. Temiz iç çamaşırları vardı.Üçüncüye eğilirken karnımı komidinin üst köşesine çarptım. Aniden geri fırladım. Canım çok yanmıştı. Üzerimdekini yavaşça kaldırınca karnımın eziklerle kaplı olduğunu gördüm. İşte şimdi korkuyordum. Kollarım, bacaklarım her yerimde morluklar vardı. Çoğu dokununca ble sızlıyordu. Bazılarının rengi sararmıştı.Demek ki iyileşiyorlardı.Şaşkınlıkla koluma bakarken içeri bir kız girdi. Bakışlarım ona kaydı. Sarı saçları vardı. Üzerinde koyu mavi bir önlük vardı. Yaşının bana yakın olduğunu tahmin ettim. Sürahideki suyu vazoya doldururken benimle konuşuyordu.

" Son zamanlarda daha iyi görünüyorsun. Bugün nasıl hissediyorsun?" ürkmüştüm. Bu sırada vazoya mor ,beyaz ve kırmızı begonyalar koydu. Vazoya bakarken hayatım boyunca en sevdiğim çiçek begonyaymış gibi hissettim. Açıkta kalan kolumu farkedince yüzünde acı bir gülümseme belirdi. Önlüğünün cebinden ilaç çıkarıp nazikçe sürmeye başladı. Korkumu hissedercesine bana döndü.

" Rebecca sana açıklama yapamam ben. " dedi. Sesi gerçekten üzgün çıkıyordu. Benim için mi üzülüyordu ? Yatağımın biraz üstündeki küçük kırmızı düğmeye nazikçe bastırdı.Bütün bunlar neyin nesiydi. Çiceklere döndüm. Yavaşça dokundum. Yaprakları yumuşacıktı. Gözlerimin önünde vizyon belirirken tutunacak bir yer aradım. Bendim aynı yerdeydim. Bu odada bu çiceklere aynı şekilde bakıyordum. Daha yorgun görünüyordum. Biraz önceki yanımdaki kıza dönüp gülümsemiştim. Ne kadar zamandır buradaydım?

" Begonyaları seviyorum." aniden görüntü değişti. Geceydi ve aynı cümleyi aynı kişiye kuruyordum. Son kez bu cümleyi kurduğumda biri benimle aynı anda söyledi. Defalarca duymuş olmalıydı. Yüzüne dönünce onun Martinez olduğunu gördüm. Benden uzaklaşmaya başladı. Yataktaydım ve acı çekiyordum. Biri beni sarsıyordu. Tüm gücüyle omuzlarımdan tutup sarsıyordu. Gözlerimi araladım. Vizyon kaybolmuştu. Tanımadığım biri beni tutuyordu. Endişelenmiş görünüyordu. Kendime geldiğimi görünce geri çekildi.

" İyi misin?" diye sordu. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum. Kızın yaka kartında "Jodie" yazıyordu. Bana bir bardak su uzatıyordu. Titreyen parmaklarım bardağı kavradı. Suyu içince biraz daha iyiydim. Başım ağrıyordu. Vicudum güçsüz olduğundan olsa gerek bu vizyonu kaldıramamıştım. Arkama yaslanmama yardım ettiler. Biraz önce beni sarsan çocuk yavaşça ayak ucuma oturdu. İyi birine benziyordu. Koyu kahve kısa saçları, kemikli bir yüzü vardı. Gözleriyse ürkütücü bir şekilde bal rengiydi ama kesinlikle rahatsız etmiyordu. Ona bu kadar dikkatli bakınca gülümsedi. Bende bu yaptığımdan utanarak gülümsedim.

" Ben Greg. Senin psikiyatristinim." Uzattığı elini tuttum.

"Neden psikiyatristim var acaba ?" diye sordum. Sesim halsizliğimi yansıtırcasına pürüzlüydü. Kaşlarımı kaldırarak

" Senin deyiminle yapay dünyada olanların sonrasında travma olabilir. Ayrıca yeni hayatına uyum sağlarken pek çok sorunla karşılaşabilirsin. Bunların üstesinden gelirken yardıma ihtiyacın olacaktır." Söylediklerinden aklıma en çok yapay dünyayı biliyor olması beni rahatsız etmişti. Her anımızı izlemiş , dinlemişlerdi. Aslında tam olarak yalnız olmadığımızı hep biliyordum yine de hoşuma gitmemişti işte.

" Yeni hayat ?" Yapay dünyadan sonra beni rahatsız edense buydu. Rahatsızdan çok ürkütmüştü. Parmaklarımla oynadığımı bile farketmemiştim. O ellerimi birbirinden uzaklaştırınca farkettim.

"Korkma " diye fısıldadı. ve devam etti:

" Her şey yolunda... ait olduğun yerdesin gerçek dünyada. " Aniden etrafımdakiler anlam kazandı sanki. Yataktan destek alarak kalktım. Jodie kolumdan tuttu. Pencereye yaklaştım. Çok güzel bir manzarayla karşılaştım. Gerçekle....

Önümdeki tabaktakileri yavaşça yerken anlattıklarını can kulağıyla dinliyordum. Yaklaşık üç haftadır bu odadaydım. Defalarca uyanmış olamama rağmen her uyanışımda bir öncekini unutmuş oluyordum. Bu yüzden bana açıklama yapmaktan bıkmışlardı. Begonyayı sevdiğimi söylememden de. Yapay dünyada son yaşadıklarımı geçici bir süre beynimin yok etmesini ise fazlasıyla doğal bulmuşlardı. Bulunduğum ortam ise labaratuardı. Gerekli tedavileri burda gerçekleştiriyorlardı. Eğer bugün hiç uyumazsam yarın taburcu olacaktım. Vizyon görmemek için etrafa odaklanmıyordum. Pencerenin kenarındaydım. Onlardan yatağımı buraya taşımalarını istemiştim. Yürüyüp geçen her şeyden habersiz insanları seyretmek o taş evin minik pervazında sessiz dalgaları izlemekle kıyaslanamazdı. Karşılaştığım manzaralar kesinlikle aynı kulvara girmiyordu. Labaratuarın manzarasıda fena değildi. Gökdelende olmalıydık çünkü binalar çok kücük kalmışlardı. Pencereyi açmam yasaktı. Ciğerlerim burdaki oksijenle karşılaşmaya hazır olmayabilirdi. Odada yapay dünyadaki oksijeni soluyordum. Bu bile hala onların oyuncağı olduğumu gösteriyordu. Merak ediyordum gerçekten yaşayabilir miydim? Çocukluğunu , annesini , babasını hatta kendini bilmeyen biri yaşabilir miydi? Neleri severdim. İlk aşkım olmuş muydu? Ezbere bildiğim bir tekerlemem var mıydı? Yada en sevdiğim çizgi film karakteri neydi? Hiç alerjim var mıydı? Tatsız tutsuz hastane yemeği gibi mi yaşayacaktım ?
Kapı yavaşça aralandı. Greg çekimser adımlarla yanıma geldi.
" Aslında bana bayağı ısınmıştın. Daha önceki seferlerde. " istemsizce gülümsedim. Bana çok tanıdık geliyordu. Ses tonu , mimikleri... Aniden aklıma vizyonumdaki Martinez geldi. Benimle beraber begonya repliğini tekrarlaması. Beni ziyaret etmişti.
"Buraya ziyaretçi alınıyor mu ?"
"Martinez den mi bahsediyorsun? Vizyonunda görmüş olmalısın." yüz ifadem cevap verir nitelikteydi.
"Sık sık seni görmeye gelirdi."
"Sonra noldu?"
"Taburcu oldu." sesi yapmacık bir üzüntüyle doluydu. Beni iğrendirmişti.
"Taburcu oldu ve bir daha gelmedi mi? "
"Öyle de denebilir." elini omzuma koydu.
Hızla geri çekildim.
"Hey sorun yok." inlemeler duydum. Bunun benden geldiğini geç farkettim. Oda etrafımda dönüyordu. Ellerim pencere pervazını sımsıkı kavradı. Greg' in kemikli yüzü bulanık bir şekilde karşımdaydı. Saçları daha uzundu ve siyah çerçeveli kemik gözlük takıyordu. Gülümsedi.
"Canın yanabilir." başımı çok derin bir kararlılıkla salladığımı gördüm. Bu da neyin nesiydi? Niye direnmiyordum? İğneyi koluma batırırken yüz ifadem bile değişmemişti. Greg gülümsedi.
"Oyuna hazır mısın?"

Geçmişteki İzlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin