Multiye Hazal'ı bırakıyorum.
keyifli okumalar.
"Beni seviyor musun doktor hanım?"Efe'nin sorduğu soru ile ona sarılmayı bırakıp geri çekildim. Tamda ondan beklediğim gibi dümdüz bir bakış ile tepki vermişti. Birine sarılmak için onu sevmene gerek yoktu, yoldan geçerken gördüğün ağlayan birine destek olmak için bile sarılabilirdin.
"Sevginin hangi anlamında sorduğuna göre değişir." diye cevap verdim.
Sevginin cidden bir sürü anlamı vardı. Bir annenin çocuklarına duyduğu evlat sevgisi, iki insanın birbirine duyduğu karşılıklı sevgi, arkadaşların arasındaki asla kopmayan tek bağ olan sevgi. Oturup saymaya devam edecek olursam bir sürü çıkabilirdi. Hepsi de birbirinden ayrıydı. Bir arkadaşın sevgisi asla annenin sevgisine karşılık gelmezdi. Bir annenin sevgisi ise asla aşık olduğun insanın sevgisine denk değildi. İnsanoğlunun hayatı boyunca bu sevgilerin en az üçünü tatmış olması gerekiyordu. Benim bakış açıma göre sevgiyi tatmamış, ağlamayı zayıflık olarak gören ve sarılmaya ihtiyaç gibi bakan insanlar kendilerini bile sevmeyi öğrenememiş insanlardır.
Efe, cevabıma bir şey demeden kafasını sallayıp önüne bakmaya devam etti. Ona sevgiye ihtiyacı olduğunu söyleyip, sarıldığım için kendini kötü hissediyor olmalıydı. Efe gibi dışardan soğuk görünen kibar insanlar, içlerinde çok kırılgan ve kendilerine karşı oldukça acımasız ve kaba insanlardır. Ona destek olmam bile onun için yeni bir deneyimdi.
"Sahi." dedim aklıma yeni gelen soruyu sormak için ortamı yumuşatırken. "Beni nasıl buldun? Sana annemin burada yaşadığını, yada herhangi bir şey söylememiştim." diye devam ettim cümleme.
Efe, kısa bir süre gözlerime bakıp ukala bir gülüş takındı. Bu tavrına karşılık,
"Yoksa bir GPS daha mı taktın bana?" diye sordum sinirle.
Kafasını hayır anlamında iki yana salladı. "İnan bana kendimi paraladım. Seni bulmak benim en zor işim." dedi.
Benimde en zor işim kaçmaktı ama işimi iyi yapamıyor olmalıydım ki şuan buradaydık. Bir şey söylemden önüme döndüm. Efe ile ortak bir amacımız olabilirdi ama konuşacak pek bir şeyimizde yoktu. O sustuğu zaman otomatik olarak bende susuyordum.
Uzun zamandır bakmadığım Efe'ye bakmak istiyordum. Kafamı sağa doğru çevirip, yanımda oturan küçük bir çocuk gibi çimler ile oynayan adamı incelemeye başladım.
Onu tanıdığımdan beri daha da açılmıştı. İlk gördüğümde siyahtı, hatta simsiyahtı. Sanki ten rengi bile kapkaraydı ve onu tanıdıkça beyazlaşıyordu. Geniş omuzlarına dar gelen Rüzgar'ın beyaz tişörtünün içinde, oldukça rahatsız olduğu belliydi. Siyah renginin hiç yakışmadığı ama kendine siyah olmak için hüküm vermiş bir adamdı. Çirkin bir siyah.
Ben onu incelemeye devam ederken bakışlarıma karşılık vermeden sigara paketinden bir dal çıkarıp, elini sigaraya siper etmeden ustalıkla yaktı. Efe'de kötü durduğunu düşündüğüm her şey, onun birer bütünüydü. O kötü şeyler olmasa belki de karşımdaki insan şu anki tanıdığım Efe olmazdı.
Kendi sigarasını yaktıktan sonra bana dönüp paketi uzattı. Benimde nadiren içtiğimi biliyordu fakat böyle bir anda ona eşlik etmek istemediğim için kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Ona eşlik etmekten ziyade onu izlemek daha güzeldi. Her hareketi her söylediği kibarlığı ve yavaşlığı bile o kendi olduğu gibi güzeldi.
Elinde tutuğu sigarasını dudaklarının arsına sıkıştırıp, çimlerin üzerine doğru sırt üstü uzandı. Sağ kolunu da kafasının altına yastık niyetine koydu ve dudaklarındaki sigarayı izlemeye başladı. Sigaranın ateşi yüzünün bir kısmını aydınlatırken, her içine çektiğinde dudaklarına yaklaşan ateşi eliyle alıp kenara atmak yerine küllerin üstüne düşmesine ve ateşin ona daha yakın durmasına izin veriyordu. Kendiyle büyük bir derdi vardı ama o derdi içinde bir yerlere gömdüğü için kendisi bile doğru düzgün hatırlamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN
FantasyEfsanenin peşinde olan bir adam... Efsaneden haberi olmayan bir koruyucu... Korunmaya muhtaç olan bir kapının anahtarı mıydı? Yoksa bir insanın damarlarında akan kanı mı? İki melek aşık olduğunda açılacak olan cennetin yedi kapısından ilki, lanetli...