Bu bölüm, Peri kızına ve dilek dilemeye ihtiyacı olan bütün insanlara ithafen yazılmıştır.
Keyifli okumalar.Vücudumuzda duygularımızın gösterdiği tepkiler ne kadar garip değil mi? Daha doğrusu duygularımız başlı başına bir garip. Birinin kokusunu özlüyoruz, fakat daha önce duymadığımız bir koku. Birine sarılmayı istiyoruz, bunu özlüyoruz ama daha önce sarılmadığımız belki varlığımızdan bile haberi olmayan birilerine duyuyoruz bu özlemi. Peki, duyduğumuz özlem ve sonunda kalbimizin, gözlerimizin gösterdiği reaksiyon, ritmimiz değişiyor özlem sonucu gözlerimizden yaşlar düşüyor. Tanıdığınızı sandığınız yabancı, anlamsızca sizi kendine bağlayıp mutlu ediyor ama mutlaka bir pürüzle karşılaştığınız hayatınızda daha da derine, daha da kötüye gidiyorsunuz.
Beynimin ve ruhumun gösterdiği bütün anlamsız tepkiler, karşımda duran görmek istediğim son insanın gözleri ile birleşiyordu. Yorgunluktan kızarmış ve gene gülümsemeyi unutmuş gözlerle. Üzülmüyordum bu haline çünkü benimle yoluna devam ederse daha da kötü olacağını biliyordum. En azından bunu öğrenmiştim.
Elimdeki sıcak çay üstüme dökülüp bardağı halıya düşerken canımın acısına aldırmayıp sadece karşımda duran Efe'ye bakıyordum. Beni bu kadar hızlı nasıl bulmuş olabilirdi? Bir gün bulunacağımı biliyordum ama o gün bu gün değildi.
"Neden geldin?" dedim kısık bir sesle. Benim sorumu duymamış gibi sadece sessizce bana bakarken, yanımızda olan annem, Rüzgar ve Mercan sanki bir dizinin sezon finali izliyormuş gibi bize bakarak neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
Rüzgar, üzerime dökülen çayla birlikte panikle ayağa kalkmış ve elindeki peçeteyi ıslanan eşofmanımın üstüne bastırarak kendince kurutmaya çalışıyordu. Elimi Rüzgar'ın elinin üstüne koyup durması için ittirdim.
İnatçı bakışlarıma rağmen Efe bir şey söylemeden sadece bana bakıyordu. Onunla daha fazla bu ortamda bulunamayacağımız için, hızlıca yanına doğru yürüyüp kolundan tutarak dış kapıya doğru zorla yürüttüm. Dış kapıyı açıp Efe'yi dışarı çıkarttım ve havalar soğuduğu içinde üstüme bir ceket alıp bende peşinden dışarı çıktım.
Evin bahçe kapısından da dışarı çıkıp birkaç metre ötedeki parka kadar sinirli bir şekilde yürüdüm. Ben önden hızlıca yürüyordum Efe ise annelerini takip eden mahcup çocuklar gibi peşimden yavaş yavaş geliyordu.
Parka geldiğimizde sinirim biraz daha dinmişti. Bulunmak istemediğimi açıkça söylemişken illa peşimden gelip düzenimi tekrar bozmaya niyetli olması beni hırçınlaştırmıştı. Salıncaklardan birine oturup yavaşça ayaklarımı yere sürte sürte sallanmaya başladım. Karşımda dikilmiş bana bakan Efe ile göz göze gelmek için kafamı biraz kaldırdım. Mahcup gözleri ile sanki oturmak için izin istiyordu.
"Davetiye mi bekliyorsun Erkez, otursana." dedim sesimin tonunu soğuk tutmaya çalışarak. Yalçın'ı eleştirirken mesafemi koymak için bende Efe'ye soyadı ile hitap etmiştim. Hiç istemeyerek yaptığım bir şey olsada, aslında insana değişik bir zevk veriyordu.
Efe, sessizce yanımdaki salıncağa oturarak benim gibi sallanmaya başladı. Oturur oturmaz sigara yakmasını bekliyordum ama aksine, bakışlarını benden bir anlık bile ayırmıyordu.
"Gözlerimi bile kırpsam sanki kaçacak gibisin doktor. Öyle mi?" dedi.
Kurduğu cümleyi teyit etmemi istiyor gibi bir hali vardı. Sanki kaçacağımı söylesem cidden gözlerini kırpmayacaktı."Kaçarsam beni gene yakalayamaz mısın?" dedim hafif bir tebessümle. Artık nereye gidersem gideyim, Efe'nin beni eliyle koymuş gibi bulacağını biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAN
FantasíaEfsanenin peşinde olan bir adam... Efsaneden haberi olmayan bir koruyucu... Korunmaya muhtaç olan bir kapının anahtarı mıydı? Yoksa bir insanın damarlarında akan kanı mı? İki melek aşık olduğunda açılacak olan cennetin yedi kapısından ilki, lanetli...