Canlar ciğerpareler, on yerine yirmi yazmışım öyle devam etmişim bölüm başlıklarına kimse de fark etmiyor aaaaa dpwlpewlp (düzelttim :)
Bu bölüm de hikâyenin devamını merak eden qwencjop için <3
Ve Arel ismini veren lepidopteris için de <3
-
Ayaklarım beni 11-E'nin kapısına getirdiğinde sertçe yutkundum. Acaba içeri girsem beni görseler yine alaylara maruz kalır mıydım? Yoksa sadece gülüşürler ve fısıldaşırlar mıydı? Bunu fark edince Aptal beni yanından kovar mıydı? Gerçi sevdiğini söylüyordu ve beni koruyordu. Yapmazdı sanırım.
Daha fazla düşünürsem koridordakilerin alaylı bakışları sırtımı delip geçecekti bu yüzden içeri girdim.
Ya burada yoksa ne yapacaktım, bunu hiç düşünmemiştim!
On birinci sınıflarla hiç iletişim kurmamıştım şu ana kadar, aslına bakarsak benim küçümsendiğim anlarda sadece gülümser geçerlerdi. Hem kızardım hem şükrederdim bana karşı olan bu ilgisizliklerine.
Sınıfta herkes kendi hâlindeydi, öğretmen masasının önündeki kalorifere yapışmış birkaç kız görünce gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum, o kadar da soğuk değildi hava ancak ne hikmetse herkes koala gibi sarınıyordu şu şeye.
"Arel, bak kim gelmiş?"
Kız bunu kötü bir anlamla söylememişti, sesi yumuşacıktı. Kalbim hızla atmaya başlarken Aptal'ın ismini bilmediğimi fark ettim. Bana dediği sıraya, 3. sıraya baktığımda kitap okuyan birinin kafasını kaldırdığını gördüm, göz göze geldiğimizde şaşkınca gülümsedi yarım yamalak.
"A-açelya?"
O olduğunu anladığımda yavaşça yanına yürüdüm ve boş sırayı kafamla işaret edip "Oturabilir miyim," dedim ancak sesimi ben bile zor duymuştum. Yine de kafasını sallayınca duymuş ve onaylamış olduğunu düşünerek oturdum, ellerimi kucağımda birleştirip önümdeki 11. sınıf tarih kitabına baktım.
"Şey.. merhaba."
"Merhaba," diyerek cevap verdiğinde bunu beklemediğini anladım. Çok utanmaya başlamıştım. Neden yanına gelmiştim, bilmiyordum bile.
"Ben... Yanına geleyim dedim. Üzülme diye."
"Sen.. iyi yapmışsın, evet, üzülmedim. İyiyim. Yani.. ne bileyim öyle işte ya." Şaşkınlığı beni gülümsetti. "Başını kaldırıp öyle gülsene tekrar."
Derin bir nefes aldım ve dediğini yaptım, güzel gözlerine bakıp içtenlikle gülümsedim.
Öyle güzeldi ki. Gözlerinden ruhunu okuyabilmiştim, öyle güzeldi ki. Beni bırakmazdı, bunu o kahvelere ilk derin bakışımda anlamıştım çünkü o da bana aynı şekilde bakıyordu. Bu biçare ruhuma yoldaşlık yapacak bir ruhu vardı. Bunu anladığım an ağlamak geldi içimden.
"Lan, Arel!"
Sesini beğendiğim çocuk Arel'in kafasına vurunca kendimi geri çektim yoksa bana kafa atmış olacaktı. Arel sinirle arkasını döndü.
"Ne var Erdem?"
Erdem denen şahıs beni fark edince çığlık atıp tekrar Arel'in kafasına vurdu.
"Aaaa, yenge sınıfa gelmiş!"
Yanaklarımın al al olduğunu hissedince kafamı çevirdim.
"Çarparım bi' tane o güzel ağzına, bir daha çikolatalı gofreti zor yersin!"
"Hayır," dedi elini alnına koyup kendisini bir arkamızdaki sıraya atarken. "O benim hayatım!"
"İ binim hiyitim!" Gülüşü güzel olandı taklit eden, o da Erdem'in yanına oturdu. "Erdem'i öğrendin, ben de Hasan. Memnun oldum."
"Ben de," dedim gülümseyerek. Arkadaşlarını sevmiştim, hayat dolu insanlardı benim aksime. "Şey.. ben gideyim. Ders başlar belki." Belki mi? "Başlar yani."
Saçmalamaktan nefret ediyordum ancak bunu gerçekleştirmediğim bir an yoktu.
"Tamam, hoşça kal."
Bacaklarımın titreyişini durdurmayı mucizevi bir şekilde başarıp sınıftan çıktım. Derin bir nefes aldım.
Aptal belki de aptal değildi, sadece silinmiş âşıkların ruhunu taşıyordu etten kemikten yığının arkasında. Olabilirdi, olmaz değildi. Anlamıştım.