Ali İmrân
"Günaydın Alex" diyerek yanım da yatan oğlumun başını okşadım. "Bugün büyük gün ha ne diyorsun?" diye sorunca Alex kolumu yalamıştı.
Ümran'ın kafasında ki soru işaretlerini az çok tahmin ediyordum ama şuan ona açıklama yapmam demem belki de onun vazgeçmesi ya da istememesi demekti. Diğer türlü anın ekşını ile kabul etme olasılığı daha yüksekti.
Yataktan çıktıktan sonra kısa duşumun ardından yine Alex'le beraber koşuya çıkmıştık.
Kafamda ki düşüncelerden sıyrılmak için kulaklık takmış olsam da beynim inatla 'Ümran' diye bağırıyordu.
Kafamı yerden kaldırdığım da karşımız da arabasına yaslanmış bir şekil de duran Doruk'u fark ettim.
Sarı saçlarına vuran güneş onu daha da sarı yaparken, çocukken oyunda onun hep bu ismi aldığını hatırlıyorum. Güneşin oğlu.
"Günaydın yaşlı kurt" dedi bana bakarken, elinde tuttuğu kahve bardağını uzatınca arabaya yaslanarak elime aldım.
"Yaşlı?" diye sorduğum da gülerek, "Kabul et yaşlısın. Yanından geçtim fark etmedin bile" demişti.
Konuyu uzatmadan, "Aklım bulanık, kusura bakma" dedim. Arabadan aldığı çantanın içinden simit çıkartarak, "Sen seversin" diyerek bana uzattı.
Elime alıp güldüğüm de "Teşekkürler" demiştim. Eline aldığı diğer simidi Alex'e yedirirken, "Ne demek yavrum yeter ki iste" demişti.
Göz devirirken bu çocuğun ne zaman büyüyeceğini tahmin edemiyordum.
"Planı bu gece devreye sokuyoruz değil mi?" diye soran Doruk'a cevap vermemiştim. Daha doğrusu verecek bir cevabım olmadığı için bir cevap vermemiştim.
"Ali İmran burdan geri dönüşümüz yok. Sen bir yola girdiğin zaman daha vaz geçmezsin, biliyorum ben. Gidelim ve o kızı özgürlüğüne kavuşturalım" diyerek ellerini birbirine çarptı Doruk.
Gülerek ona bakarken, "Sence başarabilir miyiz?" diye sordum. Arabaya binerken, "Teorik olarak bilemiyorum ama uygulama da tabiki" diyerek arabaya bindi.
Eve giderken, arabanın camından dışarıya bakıyordum. Güneş bugün adeta 'Her şey yolun da gidecek' diyordu.
Deniz dinginliği ile insana huzur veriyordu. Uçsuz bucaksız mavi örtü, bütün şehrin kirini kapatıyordu.
Eve geldikten kısa bir süre sonra hazırlanıp, Alex ile vedalaşmış ve yeni görevime gitmek için evden çıkmıştım. Ben ne kadar resmi isem Doruk bir o kadar spor giyinmişti.
Doruk arabaya yaslanmış, gülerek telefonuna bakıyordu. Yanına yaklaşırken, "Hayırdır?" demem ile telefonu kapatarak kendi cebine koydu.
"Bir şey yok ya bir haber vardı ona baktım" deyince daha da yaklaşarak, "Bakayım belki bende gülerim" dedim.
Doruk geri geri giderken, "Aman ha ne büyüttün. Zaten kaybolmuştur şimdi. Hadi hadi bin de yeni işimize gidelim. İlk günden geç kalmayalım" diyerek muavin koltuğuna oturmuştu.
Arabaya bindiğimiz de fazla zaman geçmeden, Doruk yine eline almıştı telefonu. Kırmızı ışıkta durunca eğilerek telefona baktım.
Gülerken, "Bu Yağmur asker arkadaşın olan değil dimi. Yağmur Öğretmen" dedim ima ile geçen sabaha vurgu yaparak. "Ya ama Ali İmran" diye sinirle söylenerek telefonu yine kaldırmıştı.
Parmağım ile direksiyon da ritim tutarken, "Demek senin de aklını başından alan birisi varmış. Hadi bakalım ne zaman istemeye gidiyoruz" dedim dalgaya vurarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖZGÜRLÜĞÜN RENGİ
Misterio / Suspenso'Ağlamak' kulağa nasıl geliyor? Zayıflık, acizlik, bir adım daha atsan içinde kalanların yerlere tane tane dökülmesi ya da acının somut yansıması.. Bence hiçbiri değil. Zümrüdüanka misali yandıktan sonra yeniden küllerinden doğmaktır ağlamak. Her...