Gemi artık limana yaklaşmıştı Fransayı ve ailemi çok özlemiştim ayrıca tekrar burada çalışacağım için rahattım aslında çok behbaht bir insanımdır fakat bu sefer öyle olmamıştı.
Kore savaşı nedeniyle ailem buraya yerleştiler ben ise kore savaşı başlamadan önce Amerika'da idim. Ülkem için üzülüyorum savaşa gidemedim çünkü elim silah tutmuyordu ve ben birini öldürebilecek cesarete sahipmiyim ondan bile emin değilim tek yapabileceğim şey tanrıdan yardım istemek olurdu.
Sonunda gemiden inmiştim kafamı gökyüzüne çevirdiğimde uçan bir kaç kuş ve ışık gibi parlayan bir güneş vardı elimle güneşi engelleyip limana sonunda ayağımı basabilmiş , bir an önce ailemi görmek için aceleyle limandan çıkma düşüncesi içerisindeydim.
Limandan çıkmış ve bir at arabası bulma ümidiyle yavaşça ilerledim derken o sırada yanımdan birisi hızla geçip omzuma çarptı telaşesinden olsa gerek fark etmemişti bile , fakat dikkatimi çeken bir şey olmuştu kokusu , kokusu çok güzeldi kaliteli ve güzel bir kaşmir kokusuydu. İnsanı mayıştıran bir kokuydu , tuhaf bir şekilde hem etkilenmiştim hem de hoşuma gitmişti. Önüme dönüp yürümek için yeltendiğimde önüme benden daha kısa boylu siyah şapkalı bir adam durup "Arabaya ihityacınız var mı?" Diye soruvermişti. Bir at arabacısı olduğunu anlayınca başımla onaylayıp arabaya doğru ilerleyip bindim.
Yol , iki tarafı ağaçlarla dizili , güneş ışığının son demi vuruyordu , sakin ve kuş seslerinin eşlik ettiği yolda ağaçların kokusunu içime çekerek bir müddet arabayla gitmiştik.
Evimiz iki katlı , küçük bahçeli , minik bir havuzu olan , taştan bir evdi. Bahçesinde vakit geçirmeyi severdim bana bolca düşünme zamanı verirdi. Çevresinde az sayıda ev olduğu için de , hem sessiz hem sakindi ve ben bunu seviyordum.
Araba demir bahçe kapısının önünde durduğunda arabacıya parasını verip arabadan indim , elimle kapıdan tutunup içeri baktıktan sonra yavaşça ittirip bahçenin içine doğru ilerledim. Annem ile babam bahçedeki masaya oturmuş yemek yediklerini görmüştüm. Beni gören annem hızla oturduğu yerden kalkıp koşarak yanıma gelip boynuma sarıldı. Elimdeki bavulu yere koyup babama doğru yaklaşıp onunla da sarıldım , babam sırtımı sıvazladıktan sonra masayı eliyle işaret edip oturmamı sağladı.
Annem ise o sırada önüme tüm yemekleri itelemekle meşguldü. Her anne gibi o da bana şu sözleri söyledi "Süzülmüşsün , yurt dışında kim bilir ne yedin ne içtin" dedi gülmeme vesile olarak. Elimdeki kağıtları masanın üstüne koyup annemin önüme koyduğu yemekleri yemeye başladığım sırada babam masaya koyduğum kağıtlara bakıp "İşlerin nasıl gitti? Burada da bir dükkan bulabildin mi?" demişti. Başımı babama çevirdikten sonra konuşmaya başladım yemeğime ara vererek.
"Amerika'dayken güzel geniş bir dükkanım vardı bir çok model fotoğraf çekimleri için bana geliyorlardı burada hazırda duran bir dükkanım olmadığı için biraz dinlendikten sonra dükkan aramaya gideceğim." Babam başını onaylar şekilde sallarken annem ise daha yeni geldiğim için hemen çalışmamı istemiyordu fakat ben çalışmayı sevdiğim için durmak istemiyordum.
Kahvaltı ettikten sonra yukarı çıkıp odama girdim. Hiçbir şeyin yeri değişmemişti , hâlâ yaptığım portreler odamın her köşesinde duruyordu boya kokuları da halen kendini belli ediyordu , odanın kapısının yanına bavulumu koyup yavaşça ortada duran yatağıma yaklaşıp uzandım.
Amerika'dayken resim çizmeye vakit bulamıyordum daha çok fotoğraf ile ilgileniyordum. Burada ise hem resmedeceğim hem de fotoğraflayabileceğim bir sanat eseri niteliğinde bir şey bulmak istiyordum.
*
Odamda biraz dinlendikten sonra aşağıya inip annem ile babama dükkan bakmaya gideceğimi söyledim annem erken gelmemi söyledi çünkü kiliseye gitmemiz gerekiyormuş. Ailem dinine düşkün katolik hıristiyan bir aileydi ve benim de dinime bağlı olmamı istiyorlardı bu sebepten ötürü başımla annemi onaylayıp evden çıktım.