Flashback seokjin'in anlatımıyla
Limana gidip annemi karşılamak için acele ediyordum. Savaşın ortasında ülkeden ayrılması pek zordu , savaşın arasında kalmasına gönlüm el vermeyerek onu da Fransaya çağırmıştım.
Hışımla ceketimi üzerime geçirip , şapkamı takıp günübirlik kaldığım pansiyondan çıkarak bir arabaya bindim.
Limana vardığımda hızla insanların arasını delerek geçmiştim. Hatta bir kaç kişiye çarpmıştım. Fakat annem için hem endişe duyuyor hem de özlem besliyordum.
Geminin çıkış kapısına gözlerimi iliştirip , çıkanlara sırasıyla baktım. Annemin yüzünü görebilmek için adeta tüm yüzleri süzüyor ve inceliyordum. Lakin henüz çıkmamıştı. Ben gelmeden inmiş olabileceği düşüncesi ile etrafımda gözlerimi gezdirdim.
İleride bana doğru yaklaşan bir adam gördüm en sonunda. Bu Kore'de ki evin uşağı yoongi'ydi. Evimizin uşağı olmasına rağmen benimle iyi bir dostluğu vardı. Dertlerimizi tasalarımızı birbirimize anlatır destek olurduk. Lakin neden yanında annem yoktu. Yanıma iyice yaklaşıp karşımda durduğunda acele ile sormuştum
"Annem nerede?"
Yoongi başını öne eğip gözleri ile yeri inceledi , konuşmuyordu , susuyordu , yüzüme bakmıyordu. Bir şey olmuştu fakat anlatmıyordu da. Sorumu tekrar yineleyerek konuştuğumda içimi korku kaplamıştı.
"Size annem nerede diye soruyorum."
Başını yerden kaldırarak gözlerini gözlerime çıkarıp , elindeki katlanmış kağıt parçasını eli titreyerek bana uzattı.
Katlı kağıdı hızla açıp göz gezdirmiştim. Okuduklarımla kalbimdeki sızı tüm vücudumu esir almaya başlamıştı birden. Gözlerime dolan yaşlara hâkim olmaya çalışıyordum. Lakin bu yaz sıcağında içim titremişti , içimi buz gibi bir rüzgar esir almıştı. Adeta son bahar yaprakları gibi savrulmuştum bir köşeye.
"Sevgili oğlum;
Seokjin... rahatça gidebildin mi Fransaya? Burada ben rahatım fakat çevremdeki evlere zorla giren askerler , silah sesleri ve insanların çığlıklarını duyuyorum. Bana dokunmuyorlar sanırım kuzey kore generalinin karısı olduğum için.. Ne gülünç değil mi? Beni bu savaştan çıkarmak istediğini söyledin. Lakin baban nasıl vatanını koruyorsa bende burada kalıp hiçbir şey yapamasam bile korumak zorundayım. Oğlum... Seokjin... Babandan sakın nefret etme. Evet hataları var lakin , o yalnızca ona verilen görevini yapıyor."
Okuduklarımın etkisinden hâlen çıkamamışken yoongi , omzuma dokunup gözlerini yüzüme odaklayarak bana baktı. Ağlıyordu bir şeyler daha vardı. Mesele yalnızca bu mektup değildi. Kalbimi yakacak tek şey o mektup değildi. Asıl kalbimi parçalayacak olan yoongi'den işittiğim cümlelerdi.
"Yazdıktan bir gün sonra..."
"Suwon'a... bomba atıldı"
Yoongi başını , cümlesini tamamlayamadan hızla çevirdi. Cümlesini de tamamlamasına gerek kalmamıştı zaten. Anlamıştım , keşke anlamasaydım.
Gözlerime kadar tırmanan acı ruhumu ateşe verirken , yaşama sevincim , bir tek yaşamın ayrılamadığı bedenimden ayrılmıştı. İyi olacağıma inancım kalmamıştı. Ruhum alışkın olmadığı yükseklerden yere çakılmıştı. Hiçbir zerresini toparlayamayacağım kadar hem de...
Dizlerim artık beni taşıyamaz olmuştu yere dizlerimi vererek küçük aciz bir çocuk ne yaparsa onu yaptım. Ağladım sanki yüreğimi çıkarıyorlarmış gibi acıta acıta , acıya acıya ağladım.
Yoongi beni yerden kaldırmaya çalışarak bir şeyler söyledi bana , fakat ben onu duyamayacak kadar kendimi koparmıştım hayattan. Tüm sesler yalnızca kulağımda yankılanıyordu. Bilinç akışım tamamen durmuş adeta kendi benliğimi yok edip , kendimi dünyadan soyutlamıştım.