{Çiçeklerin anlamını bilir misin?}

58 10 2
                                    

Sıradan geçen günlerden bir tanesiydi yine. Tek fark iki gün sonra sergimin olacak olmasıydı. O kadar düşünmemeye çalışıyordum lakin gergin hissetmeden de duramıyordum. Bu nedenle erkenden kalmıştım.

Alt katta ki salonda bir volta atıyor bir oturuyordum. Ya güzel geçmezse , beğenilmezse düşünceleri ise tuzu biberi oluyordu üstümde ki gerginliğin.

Salonda duran geniş büyük yastıkları olan kanepenin üstüne tekrar kendimi bırakıp , yastıklarla boğuşuyordum. Sağa sola dönerek debelenirken , bir yandan sakin olmayı deniyordum.

Ben hâlâ koltuğun üstünde uzanmış kara kara düşünürken , salonla holü birbirine bağlayan duvarın orada seokjin'in bana baktığını görüp yerimde doğrulmuştum.

Seokjin'in çıkardığım seslere uyanmış olacağına ihtimal vermeyerek başımla kendisine selam verip "Günaydın." Demiştim ondan da aynı yanıtı alarak.

Beni az önce ki vaziyetimle yakaladığı için utanmıştım. Yine çocuk gibi göründüğümü düşünmüştüm gözünde. Bu yüzden şimdi sus pus , süt dökmüş kedi gibi ona bakıyordum.

Hâlâ ayakta dineldiğimizi fark ettiğimde az önce üstünde debelendiğim kanepeyi gösterek konuşmuştum.

"Ayakta durmayın oturun şöyle."

Bir şey demeden gelip oturduğunda , içeride işimin olduğunu dile getirerek yanından ayrılıp , salondan çıkmış , koridorun çaprazında duran mutfağa girmiştim. Lakin işim yoktu , utandığım için böyle bir şey söyleme gereği duymuştum.

Mutfağa girdiğimde masanın üzerindeki tabak gözüme ilişmişti. Masaya yaklaşarak tabağı kendime çektiğimde , içindeki çileklerden bir kaç tane alarak ağzıma atmıştım. Geri kalanının suyunu çıkarıp seokjin'e götürmek istemiştim. Suyunu sıktığım çilekleri bardağa boşaltıp birini ben alıp , diğer elime de seokjin'in bardağını alarak ona götürmek için mutfaktan çıkıp salona gitmiştim. Lakin salonun önüne geldiğimde piyano sesi işittiğimde , seokjin olduğunu anlamıştım. Çünkü daha önce gittiğimiz yerde çaldığı parçaya benzer bir parça çalıyordu. Öncekinden farklı olarak bu defa sadece çalmıyor , söylüyordu da.

Dinledim... Kalbimi ısıtıp , yumuşatan bu sesi. Kulaklarımın kutsanışına müsade verirken , sesinde kaybolmama izin verdim. Bir insan nasıl bu kadar naif olur diye düşündüm içimden. Nasıl bu kadar zarif ve yumuşak bir sesi olabilirdi? Nasıl bu denli güzel kullanabilirdi o eski püskü tozlanmış piyanoyu? Nasıl sesiyle arındırabilirdi onu üzerindeki kirlerden , kasvetten...

Daha yakından duymak istedim sesini , girdim salona. Yavaşça yaklaştım piyanoya doğru. Elimde ki bardağı piyanonun üzerine bıraktığımda , çalmayı bırakmış ve bana bakmıştı. Bakışlarından çalıp çalmamak arasında kararsız kaldığını sezdiğim vakit konuşmuştum.

"Çok güzel çalıyor ve söylüyorsunuz."

Piyanonun yanında duran konsola sırtımı yaslayarak nasıl çaldığını seyrettim. O parmaklarının hareketini , tuşlara dokunurken gösterdiği naifliği. Bir bir izledim. Ezberlercesine vücudunun her bir hareketini , yüzünün her bir mimiğini izledim. Sonra sesini dinledim. Kulaklarım bu sesi ezberleyene kadar. Dinledim durdum...

Söylediği şarkının sözlerindeki serzenişler kulağıma çarpıyordu. Ne kadar sakin bir müzik olsa da sözlerinde ki mana derindeydi. Sonra gözünden bir yaş damladı. Yerimde irkilip kaldım. Piyanoya yanaşmaya çalıştım lakin çalmaya devam ettiğini görünce nereye kadar gideceğini merak ederek öylece izledim.

Parmakları artık notaları tuşlarken zorlandığını gördüğümde , tuşların üzerine elimi bastırarak şarkıyı bozmuş ve seokjin'in susmasını sağlamıştım.

Take me to church  | TaejinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin