{Mor leylak}

69 9 5
                                    

Sevda ne vakit açar gönülde?
Ne vakit cihanda kara bir gül,
İmkansızı , mümkün olmayanı isteyecek kadar ne vakit palazlanır.
İnsanın şah damarından ellerine , izlerinden gözlerine ne vakit yürür o sızı?
Bir insanı sevmeyen aşkı bilmezmiş.
Aşk kadar acıtmaz mı bir insanı sevmek.
Vatan işgaline nasıl dayanırsa yürek , sevdaya da öyle mi dayanır.
Sevda dedikleri , tek can acıtmaz mı?
Bir annenin mesela , evlat acısı değil midir en büyük yarası?
Ya da sevmemen gerektiği halde yapmaman gerektiği halde vazgeçememek acıtmaz mı?

~

Beni öpmüştü. Belki de aldığım tek nefeslik candı bu. Ruhumu besleyen kalbimi sevgiyle dolduran , kuşun kanadını çırparak kafesinden çıkması kadar da özgürdü.

Kalbim onun dokunuşunda eziliyor , bakışında kayboluyordu. Biz ne vakit bu hale gelmiştik. Birbirimizi sarhoş edecek raddeye ne vakit gelmiştik. Ne vakit o bana bu denli aşık , ben ne vakit ona bu denli tutsak olmuştum...

Ellerim ne vakit gönlüne dokunur olmuş , dudaklarım dudaklarında ne vakit hüküm sürüp özgürlleşmişti böylesine. Onun kırık elleri ne vakit bir piyano tuşu elleyip benim nasır tutan ellerime dokunur olmuştu bilmiyorum.

Lakin bildiğim tek bir şey vardı. Eğer bir düşün içindeysem hiç uyanmak istemememdi.

Güneş iyice batmış , gün bitmeye yaklaşırken , kaç saattir oturduğumuz mor leylakların arasından en sonunda çıkmıştık. Bu kez bize ay ışığı eşlik ederken , etraftan gelen insan sesleri sessizliğimizi bozuyordu.

Tarlanın içinden çıkıp yolda yürümeye başladığımızda bir müzik aletinin sesi kulaklarıma dolmuştu. Kulağımı sese verip dinlerken , seokjin durup bana dönmüş ve sorusuyla ona sarılıp elimle ağzını kapatmıştım. Sus işareti yapıp sesi dinlemesini istemiştim.

"Niçin durdun?"

Konuşmadan o da benim gibi müzik aletinin sesini dinlerken , gözlerini benden ayırmıyordu. Elim hâlâ ağzını kapattığım dudaklarına dayalıyken , utanarak hızla geri çekmiştim. Karanlık dahi olsa ay ışığının altında parlayan kömür gözlerini seçebiliyordum. Bakışları hâlâ gözlerimdeyken birbirimize bakıp gülümsemiştik nedensizce. Kulaklarımızı keman sesine kaptırmışken , ben etrafa bakıp insanların olup olmadığına bakmıştım. Gerçi olsa bile karanlıkta pek fark edilmezdi.

Seokjin'e yaklaşıp ellerimi ellerinin üstüne koymuş ve bir elini belime diğer elini de parmaklarımın arasına aldığımda konuşmuştum , kaşlarını kaldırıp bana hafifçe gülümsemesini sağlayarak.

"Dans edeceğiz. Güzel dans ediyorsunuz."

Yaptığım imayı anlamış olacak ki iki kaşını havalandırarak bana bakarken , bende onun gibi sesli bir şekilde kıkırdamıştım. Ben diğer elimi omzuna çıkarırken , o belimi tutan elini sıkılaştırıp kendine iyice yanaştırmış ve hareket etmeye başlamıştım.

Bir sağa bir sola giderek dans ederken , ne yüzümüzdeki gülümseme soluyor ne de gözlerimizde gördüğümüz yıldızlar sönüyordu. Konuşmuyorduk yine. Tek ses uzaktan gelen kemanın sesiydi.

O bir kuştu ve kafesinden yeni çıkmıştı. Kanatları idmansızdı lakin uçmayı deniyordu benimle. Kendine bir özgürlük hazırlarken , yaralı elleri için benim bandajlarımdan destek alıyordu yalnızca ve ben seve seve kuşu besliyordum...

Müzik sesi dururken bizim adımlarımızda yavaşlamış ve dans etmeyi bırakmıştık lakin birbirimizden ayrılmamıştık. Havada tutuşan ellerimizi ayırıp onu da belime dolarken , bana sarılmıştı sessizce. Karşılık vererek bende ellerimi sırtına götürüp sarılırken , o aşık olduğum kokusu ciğerlerime dolmuştu tekrardan. Gözlerimi yumup buram buram beni mayıştıran kokusuyla sarhoş olurken , daha sıkı sarılmıştık.

Take me to church  | TaejinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin