hide and seek | 2

5K 541 121
                                    

2

Yirmi iki kişi sadece tepeye çıkabilmiş, prens hepsini selamladıktan sonra kısa bir yoldan hem aşağıya inmelerine yardım etmiş hem de onları sarayına götürmüştü. Kendisi ve yanındaki siyah saçlı omega atın üstünde ilerlerken alfalar yürümüş, arkasını izledikleri omega prensi hayranlıkla izlemişlerdi. Jeongguk'un gözleri ise prenste değil, çalışanı olduğunu düşündüğü omegadaydı.

Hayatında hiç o kadar derin bakan, içinde fırtınalar kopuyormuş gibi duran ama yine de belli etmeyen, içinin dolu dolu olduğu gözler görmemişti. Sadece birkaç saniyede bile alfası etkilenmişti. Kokusu da hayatında tanıştığı her omegadan hatta Ay Tanrıçası'nın oğlu olan prens omegadan bile cezbediciydi.

"Ne düşünüyorsun bu kadar derin?"diyerek yanında Yoongi belirdiğinde, Jeongguk omuz silkti.

"Akşam ne yemek yiyeceğimi."

Güldü Yoongi. Yalanını anlamamıştı. Ona göre bu oğlan gerçekten de yemek yemeyi bu kadar derin düşünebilecek kadar çocuksuydu. "Ben prensi yemeyi tercih ederdim."

Jeongguk'un gözleri açıldı. Yoongi'den böyle bir cümle duymayı hiç beklememişti. "Yoongi-ssi!"

"Ne?"dedi dudaklarını büzerek. "Kokusuna bile aşık oldum. Artık buraya geldiğim için aklımdaki pişman hisseden tüm hislerim kafamdan uçtu." İç geçirdi. "Tek sorun o güzel gözleriyle gözlerime üç saniyeden uzun bakmadı."

"Saydın mı bir de?"diyerek gözlerini devirdi Jeongguk.

"O bana baktığında ne yaptığımın farkında olacağımı mı sanmıştın?" Dilini onaylamaz şekilde şıklattığı sırada kafasını da iki yana sallıyordu. "Peki ya sen nasıl onun hakkında değil de yemek hakkında düşünebiliyorsun?"

Jeongguk'un verecek bir cevabı yoktu. Düşündüğü şey ne Prens Jimin'di ne de akşam yiyeceği yemek.

Birlikte sessizce saraya vardıklarında onları büyük bir kalabalık karşılamış, herkes onları son yirmi ikiye kaldıkları için tebrik ederken Jeongguk utanarak herkese teşekkür ediyor, eğiliyor ve gülümsemesini saklayamıyordu. Geldiği yerde ciddi ve sert birisi gibi davranmak zorunda olduğu için şimdi insanlara gülümsemek gerçekten iyi hissettirmişti.

Çalışanlar onları içeri almış, hemen herkesi farklı koridorlardan farklı odalara götürürken alfalara etrafı da gösteriyorlardı.

Saray Jeongguk'un beklediği kadardı. Her koridorun tavanı yüksekti, her duvarda altın çerçeveli resimler asılıydı ve sarayın zenginliği oldukça belliydi. Jeongguk onu sürükleyen betaya -kendisini Sorn diye tanıtmıştı- baktı. Beta ise konuşmaya devam ediyordu. "Burası misafirlerin kaldığı koridorlardan sadece bir tanesi." Jeongguk'un arkasından gelen iki alfa daha vardı ama odaların kapıları birbirlerinden uzak olduğu için şanslıydı. "Burada olduğun sürece bir şey öğrenmek istediğinde bana ve Seunghee'ye geleceksin." Jeongguk bahsettiği kişinin kim olduğunu bile bilmiyordu ama yine de sormadı.

Sonunda koridodaki ikinci odanın tahta büyük kapısının önünde durduklarında Sorn onun kolunu bıraktı ve tek kaşını kaldırdı. "Girmeyecek misin?"

Jeongguk iç geçirdi. Bu beta sandığından da onu zorlayacaktı ama yine de ona bir şey demek yerine tahta kapının iki kolunu da tuttu ve iterek açılan kapıdan içeri girdi.

Oda beklediğinden de büyük, ışık dolu ve eşyalıydı. Yatak çift kişilikli, örtüsü krem rengi ve oldukça rahat görünüyordu. Yatağın yanındaki masalara, yatağın karşısındaki büyük küvete, kapının yanındaki tahtadan dolaba da göz gezdirmiş ama fazla oyalanmadan kendisini odasını aydınlatan iki uzun pencerenin önünde bulmuştu.

hide and seek | taekook ✓Where stories live. Discover now