[üç, bardaki eleman]

262 32 18
                                    


ben etrafa bakınırken, az önce gördüğüm kapıdan biri çıktı. çok tanıdık bir yüz. çünkü dün barda gördüğüm eleman. taeyong'u görünce hemen yanımıza geldi ve ona sarıldı. taeyong'la etrafta biraz döndükten sonra kaşlarını çatıp bana bakmaya başladı. ben de o sırada üstüne başına baktım. gözlerinde gri bir lens vardı ama sanırım numaralıydı. yüzünde makyaj yoktu, sadece kirpiklerini kıvırmıştı. cildi parlıyordu ve pürüzsüzdü. kışın ortasında olmamıza rağmen düz siyah bir tişört giyinip eşofmanının içine sokmuştu. o bana bakmaya devam ederken içimden küfür ettim. buradaki herkes çok güzel gözüküyordu ve ben onların yanında leş gibi hissediyordum.

karşımdaki gülmeye başlayıp çatılmış kaşlarını çözdüğünde düşündüklerimi unuttum. yüzündeki garip ifadeyle "lolipopla sigaraya devam mı?" diye sordu. aslında burada yapılacak, tam bu şekil adamlara yakışan bir hareket vardır ama taeyong'un yüzüne gözüm gittiğinde bunu yapmaktan vazgeçip ifadesizce kafamı salladım.

sadece taeyong için. buraya gelirken çok hevesliydi ve neredeyse dövme yaptırmamı benden daha çok istiyordu. o yüzden karışıklık çıkartmayacaktım ve asi bir ergen gibi ters laflar söylemeyecektim.

çocuk yüzündeki gülümsemeyi bozmadan eğilip yüzüme baktı ve yüksek sesiyle konuşmaya devam etti:

"ben yukhei. şu koltukta eriyen jeno. bakışlarıyla rahatsız etmiş olabilir." jeno'ya baktığımda elini kaldırdı ve gülümser gibi bir ifadeye büründü. gözlerini hiç üzerimden çekmiyordu ve bakışları tekin değildi.

sonra yukhei kafasını ayakta duran, taeyong'un saçlarıyla oynayan kişiye çevirdi.

"bu hendery. kaçıktır biraz. ayrıca beleşçi de. olur da bir yerde görürsen kaç, hesap kitliyor." hendery yüzündeki gülümsemesiyle bana baktı ve parmaklarını oynatarak, prenses edasıyla beni selamladı. gülesim gelmişti ama gülmedim.

sonra yukhei yan yana oturan kişileri gösterdi.

"elinde not kağıtları tutan jungwoo. psikoloji okuyor yazık. buraya genelde kütüphanede sabahlayıp gelir. belli değil mi zaten?" jungwoo'nun gülümseyen kırmızı gözlerine bakıp kafamı salladım. bari kahve verselerdi adama. resmen işkence çekiyordu.

"onun yanındaki de yoonoh. aramızda işi gücü olan tek kişi." duraksadı, eliyle kendisini gösterip güldü.

"ben hariç tabii. neyse, kimya mezunu. staj yapıyor şu an. sana emir verirse garipseme, o kadar çok emir alıyor ki kafası gitti. biraz da... yavşaktır. ciddiye alma." yoonoh gülümseyip kafa selamına benzeyen bir şey verdiğinde kendimi tutamayıp güldüm. tiplemeler iyiydi, kendimi bir filmin içindeymişim gibi hissediyordum.

sonra yukhei eliyle jeno'nun yanını göstererek beni oraya oturttu. hendery de jeno'nun diğer tarafına geçtiğinde yukhei bir bana, bir de taeyong'a baktı.

"önce hanginiz?" taeyong'a bir saniye bile bakmadan hemen cevap verdim:

"taeyong." yukhei kafasını salladı, taeyong'u omzundan çekip, masanın yanındaki sandalyeye oturttu ve kendisi de masanın üstüne yerleşti.

o sırada, sağ tarafımda oturan jeno ceketimle oynamaya başladı ve yüzüme yaklaşıp sordu:

"ee? sen kimsin?"

uyanmayan şehir | lumarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin