[on bir, güzel arkadaşlar]

174 30 9
                                    


eve dönüp, alışkanlıktan uykuma geri dönemediğim için yatağın üstüne oturup evimi izledim. ne kendime bitki çayı yapmak istiyordum, ne de bir şeyler yemek. kendimi ders çalışacağıma inandırmıştım ama şimdi o da gitmişti. birkaç saattir evdeydim, çarşamba günü, haftada en sevdiğim gün, hiç öyleymiş gibi geçmiyordu. bir işe yaradığım, kendimi tatmin etmek için oyalandığım falan yoktu.

saat dokuza gelirken, telefonum yatağın üstünde titremeye başladı. biri aramıyordu, üst üste bildirimler geliyordu. okul grupları olabileceğini düşünüp elimi telefona götürürken, okul grubu falan olmadığını o an anladım.

şu dövmecide takılan adamlar grup açmıştı kesin. hatta yönetici hendery'ydi. yani, ben öyle düşünüyorum.

telefonu açtığımda, harbiden öyle olduğunu gördüm. yatağa kendimi bırakırken saçlarımı olduğunca karıştırdım ve mesajları okudum. jeno bana sevgi sözcükleri söylüyor, dikkatimi çekmeye çalışıyordu. hendery, yukhei'ye yardımlarımı ses kayıtlarıyla anlatırken taeyong büyük harflerle çok şaşırmış gibi davranıyordu. hendery hikâyesini bitirdiğinde telefonum çaldı. numara taeyong'un numarasıydı. o bile rehberimde kayıtlı değildi, ama numarasını ezbere bildiğim içindi bu. gerek duymuyordum.

telefonu açtığımda, uyarır gibi, konuşmada başkalarının da olduğunu söyledi ve bir de yaşananları benim anlatmamı istedi. anlatmayacaktım.

benim bunu söylememe gerek kalmadan hendery atladı ve bağırarak konuşmaya başladı, bir yandan da klavye sesleri geliyordu:

"mark yukhei'yi taşırken bu mal yukhei başlamasın bağırmaya! bir de mark'ı övüyor falan. neler neler söyledi. valla tanımasam aşık zannederdim." telefonu hoparlöre alıp yanıma bırakırken yataktan kalktım ve üstümü değiştirmeye başladım. en azından, bugün kitap alışverişi yapabilirdim.

"ya neler söyledi, bi' anlat." taeyong yalvarır gibi konuştuğunda aynada kendime bakarken güldüm. o sırada beklemediğim biri, yukhei konuştu:

"mark pek de üzgün değilim. yaptığım her şeyi hatırlıyorum, bence haklıydım." yukhei beni görmeyeceği hâlde yüzüme ters bir ifade kondurup telefonuma yaklaştım ve eğilip konuştum:

"umrumda değil. bir dahakine beynini düşüreceksen başkalarını ara." yukhei hiç bozuntuya vermeden güldüğünde giyinmeye devam ettim, onlar da konuşmaya devam etti. yukhei'nin sağlam olmasına şaşırmıştım. demek ki zannettiğimden daha çok rol yapmıştı. buna ne tepki vereceğimi bilmediğimden, hakkında düşünmeyi bıraktım ve takmak için birkaç küpe seçtim. yukhei'den tek isteğim, makyajsız yüzümü unutması, ya da konusunu hiçbir yerde açmamasıydı. ama benim şansım yaver gitmez. bunu der demez konusu açıldı:

"mark makyajsız geldi beni almaya. pabucunuz dama atılıyor arkadaşlar, mark kadar güzeli yok." sessizce nefes verirken, birinin konuyu değiştirmesini umdum. yukhei'nin dalga geçip, geçmediğini anlamak çok zordu. ama kimse konuyu değiştirmedi ve konuşmayı yoonoh sürdürdü:

"fotoğrafı var mı? gözüme hitap ederse mark'a yürüyebilirim." hendery'den garip bir ses geldikten sonra, jeno alıştığım ses tonuyla konuşmaya başladı. yine hareketleri gözlerimin önünde canlanıyordu.

"mark anlık atar mısın?" hiçbirine cevap vermemeye devam edip kıyafetimle uğraşırken bu sefer taeyong konuştu:

"sabahın köründe evime hırsız girdiğini söylediğimde bile makyajla çıkıp gelmişti. ne demek makyajsız geldi?" terliklerimi giyip telefona yaklaştım, bunun bir açıklaması vardı ve yaparsam belki konu kapanırdı.

"dışarıdaydım o gün. ayrıca yukhei uyandırdı beni, uyanır uyanmaz gittim. makyaj yapıp da, dünyaların keşini sokakta mı bıraksaydım?" hendery, yukhei'nin laf yemesini mutlulukla kutlarken benim makyajsız yüzüm biraz daha konuşuldu. az konuştuğum için fark edilmeyeceğini umarak, bir süre sonra telefonu kapadım ve yeni kitaplar almak için evden çıktım.

uyanmayan şehir | lumarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin