[altı, samimi sohbet]

225 33 17
                                    


yukhei, benle kırk yıllık arkadaşıymışım gibi konuşmaya devam ederken dövmeyi odaklanmış bir şekilde koluma çiziyordu.

"buraya gelişin tesadüf müydü?" bir elimde telefonumda gezerken yukhei'nin sorusuyla durdum ve telefonun ekranını kapadım.

"kötü bir tesadüf. taeyong'a, beni dövmeciye götür dediğimde, barda tanıştığım adamın dükkânına getireceğini tahmin edemedim." yamuk bir ağızla güldü ve biraz durup kollarını esnetti.

"ayıp ediyorsun. o kadar da kötü biri değilimdir." gözlerimi devirirken sırıttım ve kafamı salladım.

"öyledir, aynen." söylediklerime hiç bozulmadan odaklanarak işini yapmaya devam etti. alıngan biri olmaması hoşuma gitmişti. başkalarıyla bu şekilde konuşsam, çok kabaymışım gibi davranıp benimle konuşmayı keserlerdi. yapım gereği, ters şeyler söylerdim. aslında bunu yapmayı bırakabilirdim ama kendimi başka biri gibi hissettiğimden, bu özelliğimi değiştirmeye çalışmıyordum. sadece bazenleri, çenemi kapardım ve ters olmamak için hiç konuşmazdım.

"çok agresif şeyler söylüyorsun. biraz jeno'ya benzettim bunu." telefonumu sol elimde çevirirken kafamı koltuğun başına yasladım ve tavana bakarak konuşmaya başladım:

"agresiflikten değil, terslikten. jeno daha çok kuduruk biri olduğu için öyle bence." kafasını kaldırmadan gözlerini bana çevirdi ve gülerek baktı.

"iki dakikada kuduruk olduğunu nereden anladın?" telefonumu dizime vurmaya başladığımda dayanamayıp güldüm. neden güldüğümü bilmiyordum, sadece salak salak sırıtasım, biraz da kahkaha atasım geliyordu.

"çok belli ediyor. okunması kolay biri, aslında hepiniz öylesiniz." yukhei kafasını salladı.

"jungwoo hariçtir ama, değil mi?" evet, jungwoo hariçti. söylediğinde haklıydı. jungwoo'nun ne düşündüğünü asla anlayamamıştım. ya da düşünmediği içindi.

"onun kafası çok doludur genelde. belki de kafasında bir sürü şey olduğu için okunamıyordur, ne dersin?" sağ kolumu hareket ettirmemeye dikkat ederek omzumu silktim.

"ama hareketleri karakteristik. yüzü söylemese bile hareketleri bir şeyler söylüyor." dudaklarını büzüp bana baktı. elindekileri bırakarak ayağa kalktı, söylediğimi düşünerek bacağını salladı ve kafasıyla beni onayladı.

"aynen öyle. biraz farklı hareketleri var sanki. doğası öyle galiba." konuşurken bir yandan da uzaktan dövmemi kontrol ediyordu. bitmişti, ama bir şeyler eklemek lazım mı diye düşünüyordu. ne yalan söyleyeyim, bu haliyle çok hoşuma gitmişti.

"beğendin mi?" bu sefer rol kesmeyip kafamı salladım ve kolumu kaldırıp biraz yakından baktım.

"çok iyi oldu. şov yapmayı sevseydim bunun bokunu çıkarmasını bilirdim." güldü, kolumu sararken benim gibi bacak bacak üstüne attı.

"istersen şov yapmayı öğretirim." kolumu sarıp geri çekildiğinde yerimden kalktım ve omuzlarımı esnettim. uzun süredir bu kadar aralıksız oturmamıştım. hareketsiz kalmayı sevmediğim bir gerçekti.

yukhei'ye cevap vermeyip kapıyı açtım ve odadan çıktım. taeyong beni görür görmez üstüme koştu ve sarılmış kolumun üstüne kapadığım kazağımı hemen sıyırdı. ona engel olmak yerine koltukta oturanlara baktım ve yoonoh'la göz göze geldim. taeyong'u izliyordu. taeyong büyük ihtimalle farkındaydı, ama böyle şeylere alışkın olduğunu düşünüyorum. o yüzden hiç çaktırmıyordu.

taeyong dövmeme bakıp bağırırken hendery yerinden kalkıp koşarak geldi ve dövmeme baktı.

"yukhei! bu çok güzel nolur bana da yap!" hendery söylenmeye başladığında yukhei odadan çıktı ve omuzlarını sıkarak kafasını iki yana salladı.

"sana onun üzerinde dövme yaptım ve hiçbirinin parasını ödemedin hendery." ben kazağımın kolunu kapayıp ceketime uzanırken onlar bir tartışmaya girdi. ceketi koluma yaslarken jeno'nun oturduğu yerden bana hareket yaptığını gördüm. yerinden kalkmaya bile efor harcamamıştı, eliyle beni yanına çağırıyordu. göz göze geldiğimizde sırıtarak konuşmaya başladı.

"bir gel bakayım." dediğinde dudaklarımı oynatarak küfür ettim ve ağzını tutarak gülerken tekrar eliyle gelmem için hareket yaptı. yüzüne yumruk atmamak için yanına gittiğimde kolumdan çekip yanına oturttu ve kolumu açarak dövmeme baktı. omzumu patpatlayarak kazağımın yakasını çekiştirdi ve eli boynuma giderken yerimden kalktım.

"sen manyak mısın ya?" derken hendery ikimizin arasında geçenleri görünce yukhei'ye sarılıp hemen bizim yanımıza geldi. "neler oluyor bensiz kavga mı var?" dediğinde gülmeye başladım ve jeno'nun omzuna yumruk attım.

"garipsiniz. ben gidiyorum." diyip, ceketimi üstüme giymeden dükkândan dışarı çıktım. jeno yerinden hiç kıpırdamadan, yüzünde aynı gülümsemeyle el sallarken, hendery bana öpücük gönderiyordu. çıktığımı gören taeyong koşarak yanıma geldiğinde kapının yanındaki ceketini son anda hatırladı ve gördüğüm kadarıyla onu almaya geri döndüğünde yoonoh'a göz kırptı.

dibimde ceketini giyerken kaşlarını çattı ve baş parmağıyla içeriyi gösterip sordu:

"parayı ödemedin mi lan?" ellerimi ceplerime koyarken güldüm ve yürümeye başladım.

"bir şey hakkında ödeştik, diyelim." taeyong ne döndüğünü anlamazken, yüzümdeki isteksizliği görüp sorgulamamaya karar verdi.

"yoonoh ne iş?" dediğimde omuz silkti ve kolunu belime sardı.

"bilmiyorum. önceden geldiğimde hiç görmemiştim, çalıştığından galiba." kafamı salladım.

"ileride çok görecekmişsin gibi hissediyorum." dediğimde taeyong güldü ve diğer kolunu da belime sararken konuştu:

"öyle olsun."

uyanmayan şehir | lumarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin