[dokuz, ev yemekleri]

181 31 5
                                    


iş çıkışı, vardiyamı benden sonra geçecek kıza devrederken ne düşündüğümü bilmiyordum. sadece, birkaç dakika sonra midemi bulandıran bir ortama girecektim. kitapçının kapısını yavaşça çekerken elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. jeno gidecekleri parkı çoktan mesaj atmıştı. iş yerime oldukça yakın bir yer olması biraz da olsun işi çekilebilir yapıyordu.

ellerim ceplerimde yürürken, kışın son günlerinde piknik yapan başka salak var mıdır diye düşündüm. büyük ihtimalle bir tek martılar olacaktı.

park görüş alanıma girdiğinde, buradan bile kahkahalarını duyabiliyordum. ağacın altına bir şeyler sermiş, oturuyorlardı. hendery dizlerinin üstüne kalkmış, ellerini çırpıyordu. büyük ihtimalle bir şey anlatmaya çalışıyordu ama kimse tarafından dinlenmiyordu.

beni ilk fark eden yukhei oldu. hendery'yi durdurup eliyle beni gösterdi, taeyong benden tarafa bakınca hemen ayağa kalktı. daha karşıdan karşıya yeni geçmiştim ama taeyong koşarak üstüme geliyordu. kollarını açtığında durdum, bana sarılmasına izin verdim. sanki yıllardır görüşmemişiz gibi bana sarılırken belini nazikçe sıktım ve onu ittirdim. biraz öfkeliydim, beni sürekli şunların yanına getirttiği için.

oturdukları yere yaklaştığımızda, aldıkları hiçbir şeyi yemediklerini gördüm. jeno ve yukhei'nin ortasına otururken, kaşlarımı çattım ve sordum:

"beni bekleyecek kadar enayi olamazsınız, di mi?" jeno hemen elini ensemdeki saçlarıma atıp oynamaya başlarken, yüzüme eğilip gülümsedi.

"maalesef biraz öyleyiz." yukhei kollarını iki yana açarak beni cevapladığında kafamı ona çevirdim ve aynı anda jeno'nun elini bileğinden tutarak saçlarımdan çektim. sırf ben rahatsız oluyorum diye bilerek yapıyordu.

jungwoo bağdaş kurup elini çarptığında ve önümüze bir şeyler fırlattığında hepimiz yemeye başladık. bugün hiçbir şey yememiştim, unuttum diyebiliriz. ayrıca işyerinde yemek arası olmuyordu.

sakince hem abur cubur hem de kim tarafından yapıldığını bilmediğim ev yemeklerini yerken bacaklarımı kendime çektim ve jeno'nun ağzı doluyken konuşmasını izledim.

"taeyong hep yemek yapsa da yüz elli kilo olana kadar yesem." taeyong kafasını hendery'nin omzundan çekti ve jeno'ya kaşlarını çattı.

"sana yapmadım onları! mark'ın onlar, kahvaltı etmemiştir şimdi o." elimle yüzümü kaparken, yüzüme dönen tüm bakışları hissedebiliyordum.

"manyak mısın oğlum sen?" jeno elimi yüzümden çekmeye çalışırken nefesimi verdim ve yukhei'ye doğru yaslanıp jeno'yu bacaklarımla ittirdim.

"çekil dibimden." yukhei'yse gülerek kolunu arkamdan dolaştırdı ve jeno'ya birkaç kez vurarak onu sakinleştirdi. ama hâlâ dizlerinin üstünde durduğu için yoonoh onu kazağından çekerek yanına oturttu ve kolunu omzuna dolayarak, jeno'nun bana yaptığı şeylerin aynısını ona yapmaya başladı. gülerek yukhei'ye daha da çok yaslandım ve uyumamak için kendimi tuttum. taeyong beni çağırmasaydı şu an evimde on iki saatlik bir uykuya yatmıştım.

bir saat kadar daha oturduktan sonra, taeyong ölmek üzere olduğumu fark etti ve yanıma gelerek beni kaldırdı. gerçekten taeyong bazen dünyanın en iyi insanına dönüşebiliyordu. benim yerime bir açıklama yaptı ve belimi sararak gülümsemeye başladı.

"yemek kaplarını biri yıkasın, yarın alacağım. bakın yarın, anlaştık mı?" yoonoh hemen atlayıp kafasını salladığında gülmeden edemedim. enerjim, eve gitme fikriyle yükselmişti. taeyong bunu fark etti ama bana yapışan kollarını çekmedi. arkamızı dönüp giderken, kafasını omzuma koydu ve bir şeyler söylemeye başladı. onu dinlemek yerine saçına canı sıkıldığı için yaptığı ve çözmeyi unuttuğu örgülerini açtım, arkamızdakilerin bizim hakkımızda konuşma sesleri gelirken kafamı çevirdim, son kez onlara baktım ve gözden kaybolmak için hemen sokağa saptım.

uyanmayan şehir | lumarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin