Ben Yavaş Yavaş Ölüyordum ve Kimseye 'Ben Ölüyorum' Diyemiyordum...
'Bazen sonu görünmeyen bir yola gireriz. Upuzun bir yolculuğa tamamen tek başımıza çıkarız. Doğduğumuz andan beri o yolda ilerleyip dururuz. Ne için? Onca yolu ne için ilerler insan? Neden bilmediği bir yolun sonunu görmek için her güne yeniden başlar, gözlerini savaşmak için tekrar açar? Şahsen ben o yolda ilerlerken hep korkak adımlar atarım. Bilinmemezliğe kim neden heyecanlı ve hızlı adımlarla ilerlesinki?
Gerçi benim durumum bundan tamamen farklı. Ben bildiğimi sandığım geçmişimi bile bilmiyormuşum ya aslında. Bir Prens, acılarla dolu, büyülü bir kitaba hapsolmuş bir Prens. Herkes bana savaşmamı söylüyor, çaba sarfetmemi. Kimse bu yaşananların nedenini söylemiyor. Gerçek benliğimi, kim olduğumu bile bilmiyorum. Ben sıradan Park Jimin olmalıyım, bu yaşıma kadar bununla yaşadım -en azından hatırladığım bu. Ama çevremdeki tuhaf insanlara sorsan, Jiwon dahil, ben Prens Jimin'im. Nasıl bir şeyin içindeyim böyle?'
"Jimin."
Sessizlik..
"Jimin?"
Prensi daldığı yerden korkutarak çıkardı Jiwon. Dün gece Jeongguk'a o soruyu sorduktan sonra hiçbir cevap alamamış, hem düşünmek için hem de dinlenmek için açıklama bile yapmadan, kaçarcasına odasına çıkmıştı. Jeongguk ise sadece üzgün ve yorgun bakışlarla arkasından bakmış bir süre sonra mecburen görevinin başına geçmişti.
Ertesi gün Prens, Jiwon tarafından erkenden uyandırılmış ve merkezdeki kasabada bir gezintiye çıkacaklarını, Kraliçenin emri olduğunu söylemişti. Aksi takdirde herkes Jimin'in onu dinlemeyeceğini biliyordu sonuçta. Yine süslü bir kıyafet giyinmiş, halka güzel gözükmek için yüzüne ömründe hiç görmediği - yani o öyle düşünüyordu- tuhaf, renkli karışımlardan sürülmüştü. Prens ve arkadaşı tamamen hazır olduklarında birkaç asker ile beraber yola çıkmışlardı. Şimdide yol kenarlarına tezgahlar hazırlanmış, klasik bir pazar ortamı kurulmuş bir çarşının içindeydiler. Jiwon Prens Yoongi'nin yaklaşan doğum günü için her ikisine de kıyafet ve süslü takılar bakıyordu. Jimin ise öylece dalmıştı kendi dünyasında.
"Neden bağırıyorsun? Duyuyorum işte seni."
Prens korktuğu için kızgınca bağırdı Jiwon'a. O ise Jimin'in bu komik haline kahkaha atmakla yetinmişti. Jiwon'un onunla her fırsatta uğraşmasından bıkan küçük Prens gözlerini devirerek yürümeye başladı. Jiwon ise gülmeye devam ederek peşine takıldı. Bir süre sonra dayanamayıp Jimin de kızın güzel ve eğlendiği belli olan kahkahasına eşlik etmişti.
İlerledikleri yol kalabalıklaşmaya başladıkça Jimin'e yönelen şaşkın bakışlar artmıştı. Herkes kayıp Prenslerinin bunca yıl sonra birden bire geri dönmesine şaşırmıştı elbette. Bu bakışlardan rahatsız olan Jimin eve geri dönmek için askerlere haber verdi. Kasaba meydanının çıkışında onları bekleyen arabaya doğru ilerlediler. İki asker onları arabada bekliyor, diğer iki asker olası bir saldırı veya tehlikeye karşı Prens ve yardımcısının yanında ilerliyorlardı. Arabanın yanına geldiklerinde askerlerin eşyaları arabaya yüklemesini bekledi iki arkadaş. O kadar fazla şey almışlardı ki, Jimin normal hayatında bunların hepsinin ona bir yıl boyunca yeteceğinden emindi. Beklemekten sıkılınca biraz ileride, iki kasabayı birbirinden ayıran nehir köprüsüne ilerledi Jimin. O esnada kendisine yaklaşan elleri yüklerle dolu yaşlı kadını görünce hızlı adımlarla yanına gitti.
"Sizin için taşımama izin verin efendim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
En el Libro ~{Jikook}~
Fanfiction"Siz benim Gardenya'msınız şovalye." Şovalye ilk defa duyduğu şey karşısında şaşırmıştı. Çekici yüzüne tezat tatlı bir şaşkınlıkla sordu miniğine. "Gardenya'da ne demek Minik Prens?" Hafif bir tebessüm bıraktı güzeller güzeli prens, duyduğu ve al...