Duygularımız yorgun, düşüncelerimiz yorgun, bedenlerimiz yorgun...
Biz çok yorgunuz.
Kargaşa. Jimin şu an yaşanan şeyleri tek bir kelime ile tanımlardı, kargaşa. Herkes birbirine girmişti. Gürültü koca saray salonunda yankılanırken halk çoktan Kralın üstüne yürümeye başlamıştı. Prenslerinin anlattığı gerçekler, Kralın tahtı için halkından vazgeçecek ve hepsini yok edecek olma ihtimali hepsini korkutuyordu. Öz oğlundan vazgeçen kişi kendisi için önemsiz bir grup insan topluluğundan vazgeçmez miydi? Bundan yıllar önce halkına yaşattığı işkence bunu kanıtlar nitelikteydiki halkın yaşça büyük olan kısmı daha da sinirliydi. Prens oturduğu tahtta etrafını herhangi bir tehlikeye karşı sarmış altı arkadaşının arkasından kendi yarattığı kaosu keyifle izlerken hemen yanında oturan Kraliçe ona bu saçmalığa son vermesi için yalvarıyor kocasına bir şey olacak korkusu ile muhafızlara emirler yağdırıyordu. Jimin kararlıydı, Kral tahttan en kısa zamanda inecekti. Hatırlamadığı babasına karşı başlarda içinde hiçbir duygu yoktu. Şimdi aradan haftalar belkide aylar geçmişti ama Jimin bu adamdan sadece tiksiniyordu. Kendisine, sevdiklerine ve halkına kendi bencilliği için yaşattıkları onca duygunun içinde sadece tiksintiyi bırakmıştı Prense.Seokjin'in izlediği kargaşadan başını çekerek Prense dönmesi ile Jimin dikkatini ona verdi.
"Artık bir şeyler söylemen gerek yoksa bu kargaşa sabaha kadar bitmez. Diğer ülke yöneticilerine rezil oluyoruz."
Arkadaşının haklı isyanı ile beraber az önce babasının çaldığı zili kendi eline aldı ve sert bir şekilde sağa sola sallayarak salondaki insanların çıkardığı sesten daha büyük bir sesin yankılanmasını sağladı.
"Herkes beni dinlesin lütfen."
Kendisine siper olmuş altılı insanların Jimin'i rahatça görmesi için köşelere çekilirken ortamdaki bütün ilgi yüzündeki sırıtma ile olan biteni keyifle izleyen Prense döndü.
"Eğlence için teşekkür ederim fakat çok gürültü yapmaya başladınız. İzninizle sevgili babamla hala bitmemiş olan meselemi halletmek istiyorum."
Sahte bir öksürükle bakışlarını halktan çekip oturduğu tahttan kalktı. Ceketini üstünden çıkartıp tahtın sırtına asarken amacı gösterişli tahtın kendisine ait olduğunu göstermekti. Birkaç adım ilerisinde halktan korunmak için muhafızların arkasına saklanmış babasına doğu ilerledi. Yanına yaklaşıp sessiz ortamda duyulacağından emin olarak normal tonda konuştu.
"Sevgili babacığım, teslim olma vakti geldi. İnan bana annemle beraber halkın arasına karıştığında size çok iyi bakacağım, aç ve açıkta kalmayacaksınız. Bu iyiliğimide sakın unutma, haketmediğin halde sana yumuşak davranıyorum."
Elini Kralın omzuna dostça koyup yüzündeki samimi gülümseme ile sözlerine devam etti.
"Tabi siz sarayı terketmeden önce senden almam gereken şeyler var."
Kralın omzundaki elini yavaşça boynuna doğru götürüp uzun kırmızı pelerinin düğümünü çözdü. Kralın boynundan ayrılan pelerini kendine doğru çekip uzun kumaşın yerde sürünmesini sağlarken elini kendi boynuna götürüp ipleri yumuşakça bağladı. En başta Kralın yaptığı gibi ukala bir tavırla pelerinin kuyruğunu arkasına savururken kazandığına olan inancı biraz daha artmıştı.
"Malum birkaç dakika sonra bütün krallık benim olacak ve çok sevdiğin eşinide alıp sarayımdan gitmen gerekecek."
Bakışlarını halkın üzerinde gezdirip yüksek sesle konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
En el Libro ~{Jikook}~
Fanfiction"Siz benim Gardenya'msınız şovalye." Şovalye ilk defa duyduğu şey karşısında şaşırmıştı. Çekici yüzüne tezat tatlı bir şaşkınlıkla sordu miniğine. "Gardenya'da ne demek Minik Prens?" Hafif bir tebessüm bıraktı güzeller güzeli prens, duyduğu ve al...