Bölüm Şarkısı: Buray/ Yüreksiz Tilki.
"Nerelere daldın? Kaçtın, bir yüreksiz tilki gibi, sessiz, hain..."
//
Kocaeli sabah saatlerinde hafif hafif esiyordu. Ilık bir ilkbahar zamanıydı. Cihangir kendisini almaya gelen siyah son model arabayı caddenin ilerisinden dönerken gördü. Bu şehire adım atmak yeterince boğucuydu, bir de o sokaklardan geçecek olmak kalbine saplanan sivri bir acıyı beraberinde getiriyordu.
Telefonu çalarken araba da otelin önüne gelmişti bile. Şoför arabadan hızla inip Cihangir'e "İyi günler" diyerek gülümsedi.
Çocuk kafasını sallarken o da arka kapıyı açtı ve çocuk ağır adımlarla binip yerleştikten sonra kapıyı kapattı. Adam bavulu ve yanındaki birkaç çantayı arabanın bagajına yerleştirirken çocuk da hâlâ çalan telefonu sonunda cevapladı."Efendim baba?"
"Geldi mi İsmail? Fazla etrafta görünmeden gel eve."
"Otele geçmiştim gece, şimdi de eve geliyorum."
"Tamam, dikkat edin."
Ve telefon kapandı. Cihangir, telefonu cebine koymadan önce gelen mesajlara baktı. Tanımadığı numaradan gelen mesajlar birkaç gündür gelmiyordu. Sırrını bilen birisinin olması onu çok fazla geriyordu.
Yapması gereken birkaç şey vardı, öncelikle Asya'nın tanıdığı insanları bulmaya çalışacaktı. Sonra onun mezarını. Onca zaman sonra onu bu şekilde görecek olma düşüncesi üzerinde fazla duramıyordu, o kadar derindi ki bu çukur, içine girerse tekrar çıkması oldukça zor olurdu, hatta belki hiç mümkün olmazdı. Ama ona bunu, ve daha fazlasını borç biliyordu. Ne kadar mahcup olursa olsun karşısına böyle çıkacaktı. Yenik. Çaresiz.
Çocuğu böyle görmek onun için bile gurur sayılmazdı. Onun düşmesi hiçbir zaman bir tatmin değildi çünkü genç kız için. Çocuk bunu her şeyden iyi biliyordu, her ne kadar bilmek istemese de.
"Birden dönme kararı nereden çıktı Cihangir?" diye sordu orta yaşlı pos bıyıklı adam. Cihangir'in ailesiyle yıllardır beraberdi, o yüzden her zaman böyle samimi konuşurdu, bu kimseyi rahatsız etmezdi.
"Birkaç iş vardı İsmail abi, erteleyemeyecektim." dedi yarım ağız. Hiçbir şeyden bahsetmek istemiyordu, böyle geçiştirmek bile onu sıkıntıya sokuyordu. Kaza olayını Asya ve yakın bir iki arkadaşı haricinde sadece annesi ve babası biliyordu. Bir de bu olayla ilgilenen onlara yardım eden avukatları. Onun dışında kimse böyle bir olay hakkında bilgi sahibi değildi, babası kimseye güvenmiyordu.
Oğlunu en iyi okullarda, en iyi özel hocalarla başarılı bir gelecek yolu çiziyordu. Onun gibi güçlü bir adı olsun, herkesin saygı duyduğu kıvançla baktığı genç bir adam olsun istiyordu. Tek oğlu olan Cihangir'in kendi izlerinden gelmesini, kendisine layık olmasını istiyordu.
Kaza olayını duyar duymaz ağzına geleni saymıştı oğluna. Böyle bir hatayı nasıl yaptığını, nasıl bu kadar dikkatsiz olduğunu haykırmıştı. Elleriyle sunduğu hayatı nasıl dikkatsizce dağıtabilmeye hazır olduğunu sormuştu. Ama ne yitip giden bir genç kızın ömrü, ne de yaşarken yitip gidecek olan bir genç kızın hayatı umurunda olmamıştı. En az oğlu kadar soğukkanlı bir tavırla kabul etmişti Asya'nın suçu üstlenecek olmasını.
Geriden gelen ağıtları, gözyaşlarını hiç görmemişti. Oğlu dimdik ayaktaydı ya, hâlâ bir geleceği olabilirdi ya, gerisi çok da mühim değildi. Oğlunu garanti altına alıp Londra'ya gönderdikten sonra Asya'nın adını bile unutmuştu. Asya hep olduğu gibi unutulmuş ve yalnızlığına mahkum edilmişti. İstediği en son şeyin bu olduğunu haykırmasına rağmen hem de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAYİZ
Ficção AdolescenteHer şeyi üstlenmekten, her şeyle yüzleşmekten kaçan bir adamın dağ gibi bir acı omuzlarına çökünce başlıyor hikaye. Cihangir, genç yaşında ellerine bulaşmış iki kanın günahıyla yeryüzüne sığmaya çalışıyor. Birine geç kaldığı için artık hiçbir telaşı...