Bölüm 2

8.6K 327 16
                                    

Akşam karanlığında siyah montuma sıkıca sarılarak her zamanki mekana doğru gidiyordum. Aklımda bir acaba ile. Acaba bulabilecek miydim?

Mekan her zaman leş gibi kokardı. İnsanlar amansızca dans ettikten sonra arka odaya geçer ihtiyaçlarını giderirlerdi. Daha sonra dans etmek isteyen pistte eğlenir, istemeyen giderdi.

Mekanın eski, dar ve ıssız sokağına doğru yürüyordum. Az sonra mekanın tabelasını gördüm. Güvenliksiz, Tanrı'ya emanet olan mekana girdiğimde her zamanki kalabalık ile karşılaştım. Derin bir nefes alıp insanlara takıla takıla ilerledim. İçimdeki o korku hiç geçmeyecek gibiydi. Sadece korku değil aynı zamanda yokluk ve acı hissediyordum. Bu kadar insan kalabalığının arasında bar taburesinde oturan siyah deri montlu bir adam gözüme çarptı. Burada ki tiplere hiç benzemiyordu. Karizmatik bir havası vardı. Mavi gözleri loş ışıkta parlıyordu. Eğlenir gibi bir hali vardı. Mutlu görünüyordu. Benim aksime mutluydu. İnsanları her zaman uzaktan gereksiz bir dikkatle izlerdim. Aynı şeyi bu adama yapmış olacağım ki adam, gözlerini bana çevirdi. Anında kafamı çevirdim ve adımlarımı hızlandırdım. Asıl meseleme döndüm Bulmalıydım. Bir şekilde bulmalıydım.

Pis tuvaletlerin bulunduğu uzun koridoru aşarak arka tarafa doğru geçtim. Ekrem abinin odası buradaydı. Paslı demir kapıyı zorlayarak açtım ve içeri girdim. Ekrem abinin koltuğunda başka biri oturuyordu. Yanına usulca yaklaştım. Beni görünce oturuşunu dikleştirdi ve gözleri adeta hazine bulmuşçasına parladı.

''Burada ne arıyorsun küçük kız?''

''Buraya ne için geliniyorsa,'' gereksiz sorulardan hoşlanmazdım. Ve şuan konuşacak ne halim ne de zamanım vardı.

''Eğlenmek için geliniyor, ama patronun odasında değil. Öyle değil mi?'' diye sordu tek kaşını kaldırarak. Kendimi sorgula çekiliyormuş gibi hissettim. Sorgulanma hissi, hayatıma müdahale ediliyormuş düşüncesini beraberinde getirdi. Ve bu düşünce yüzümü buruşturmama yetti.

''Mal almak için geldim. Ekrem abi İstanbul dışında ve ben kimden almam gerektiğini bilmiyorum,'' diye yanıtladım sorusunu.

Dudaklarımı birbirine bastırarak ısrarla gözlerine bakıyordum.

''Demek öyle... Ne istiyorsun?'' derken kalın kaşlarını kaldırmıştı.

''Eroin.'' Diye yanıt verdim. 'Su istiyorum' der gibi.

Adamın dudakları eğlenircesine kıvrıldı. ''Bu ince vücut onu kaldırabiliyor mu?''

Derin bir nefes aldım. Sabırlı olmalıydım. Ayağımla yerde hafifçe ritim tutarak sakinleşmeye çalıştım. Esmer, oldukça baygın bakan, göbekli, kel adam karşımda benimle eğleniyordu. Ve sabrım tükenmek üzereydi.

''Neden istediğimi vermiyorsun ve ben defolup buradan gitmiyorum?'' diye patladım.

Adam ellerini birleştirdi. Kafasını hafifçe yana eğdi. Diliyle dudaklarını ıslattı ve kollarını sıyırdı.

''Pahalıdır. Ne kadar paran var?''

İşte tam da bu soru, benim sorunumdu. Para. Otuz liram vardı. Başka bir kuruşum yoktu. Bir barda şarkı söyleyerek geçimimi elde ediyordum. Ve haftalığım çoktan bitmişti.

''Ne kadar vermem gerektiğini söyle,'' dedim. Sesim kuru ve kısık çıkmıştı.

''Gramı 40 liradır, kaliteli mal.''

''2 gram yeter,'' dedim yutkunarak.

''Gel içeri geçelim.'' Dedi eliyle, siyah, büyük masanın bitişiğinde duran ahşap kapıyı göstererek.

YOSMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin