Merhaba, yeni bir bölümle karşınızdayım! Umarım beğenirsiniz, diğer bölümde gelen yorumlar için teşekkürler!
Yorumlarınızı bekliyorum, onlar bana yol gösteriyor.
Sevgiler ve keyifli okumalar.
(Bu arada kapak değişti, umarım yeni kapak hoşunuza gitmiştir.)
Sokağın kalabalığını arkamda bırakırken attığım her adımda eski, insanların yağmurdan korunmak için girdiği otobüs durağına yaklaşıyordum. Saçlarım sırtımın yarısını yağmurun ürpertici soğuğundan korurken, belimi gölgeleyen kahverengi gür saçlarımın ucundan damlayan yağmur damlaları siyah kabanıma kendinden daha koyu siyah lekeler işliyordu.
Gökyüzü griydi. Bulutlar birbirlerinin üzerini sımsıkı sarmış, güneşi kapatmışlardı. İnsanlar güneş göremediklerinde evde çıkmak istemedikleri gibi yağmurdan da kaçınıyorlardı. Oysa şemsiyeye ne gerekti yağmurun arındırıcı suyu varken.
Islak kaldırımda yürürken aklımdan sadece okuduğum şiirin mısraları vardı. Her kelimesinden binlerce duygu barındıran şiiri aklımdan defalarca, ezbere tekrar ediyordum. Kelimelerin gücüne inanırdım. Bazen bir şiir, bir kitap bütün günümü alırdı. Öyle aklımı kurcalayan cümleler vardı ki, bütün kitaplara sahip olmak istemem gibi bütün cümlelerinde köküne inmek, içinde barındırdığı derin anlamda yüzmek istiyordum. Derin anlamlarda boğulmak bana göre değildi.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ne yedi yaş ölüm için erkendir, ne de yetmiş yaş ölüm için geç. Ölüm izin ister mi faniden? Meleğini yollar ve faninin kıyamadığı, uğrana insanları kırdığı canını alır. Bir kuş misali çırpınarak, ürkekçe atan yürek; meleği gördüğünde ölümle tanışması gerektiğini anlar. İşte bu ölümdür. Ne erkendir, ne de geç. Ölüm hep en doğru zamanda gelendir.
Yaşam ve ölüm arasındaki geçen sürede yaptıklarımız öldüğümüzde bir tek cebimizde kalandır. Para nedir ki? Bizim harcamalar için sırtımızı dayadığımız kâğıttan, her an yıkılmaya müsait bir dağ. Kâğıttan bir dağa bu kadar taba eden insandır akılsız olan.
Belki de düşündüğümüzün aksine, ölüm dünyada tadılandır. Yaşanmışlıklardır defalarca öldüren ve en acımasız Azrail'de alın yazısıdır. Eğer Kader diye bir şey gerçekten varsa ki benim aklım var olduğundan yana, orada yazılandır bizim ölümümüz.
Hiç ağlamadan ölen var mıdır? Yoktur. Öyle biri olsa, ona fani denmez; fani müsveddesi denir. Hiç melankoliyi tatmadan ölümü ağırlamak, dünyadan göçüp gitmek olur mu? Bu hissetmemektir. Zira melankoli en çok hissedilen duygudur. Her insan muhakkak yaşarken ölmüştür, şayet ölmediyse de dünyadaki zamanını doldurmadan önce teessürü hissedecektir.
Hayat var olduğumuz andan itibaren tesadüflerle işler. Bir insanın Müslüman olması nasıl Müslüman bir ailede doğmasıyla daha çok mümkün kılınıyorsa; yine o insan Yahudi bir ailede doğmasıyla Yahudi bir şekilde hayatına devam etmesi de mümkündür. Yaşadığımız ülkeyi, şehri biz seçemezdik. Tesadüfler doğururdu kaderi. Kaderde bizim önümüze seçenekler sunmadan hayatımızı eline alarak, çizgisinden taşmadan devam ederdi. Yaşadığımız her şey, dinimiz, dilimiz, rengimiz, hepsi doğduğumuz şehirle, yaşadığımız aileyle benzerdi. Hiç kimse kendi istediklerini yaşamazdı. Yaradılışta yaşayacak olanın fikri alınmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOSMA
Teen FictionHer şey beyazın masumluğuna aldanmakla başladı. Uyuşturucu kliniğinde uyuşturucu kullanmayan bir adamın ne işi olabilir? Ahsen, geçmişi ile yüzleşirken karşılaştığı bu adamla ve şeytanlarıyla baş edebilecek mi? Hayatına yeni bir yol çizmeyi beklerk...