{13}

69 7 81
                                    

(Hasta hasta size bölüm atmaya geldim değerimi bilin. Ölüyorum. Bacaklarım sızlıyor ㅠㅠ)

(Jaerin'in ağzından)
Herkes abisi ile beraber yatmıştı. Böyle yerlerde uyumaya alışık olmadığım için sabah erkenden uyanmıştım. Yakındaki dereye gidip elimi yüzümü yıkama kararı aldım. Battaniyeyi abimin üstüne yığıp tüm değişik şekilleri kullanarak çadırdan çıktım. Derenin başına gitmeden önce vücudumu gerip üstümü başımı düzelttim. Bileğimdeki lastik toka ile saçımı bağladım. Ardından korka korka yürüdüm. Aslında hemen karşısıydı. Çadırlar çok net görünürdü. Ama böceklerden ve yaprakların arasından çıkma ihtimali olan yılanlardan korkuyordum. Korkak adımlarla ilerledim. Suyun yanına sorunsuzca ulaşmıştım. Bembeyaz şırıl şırıl akan sanki sadece huzur vermek için yaratılmış bu derenin yardımı ile elimi yüzümü yıkadım. Ardından ayağa kalkıp gerindim. Arkamı dönünce Hyunjun'u görmemle korkup irkildim. Derenin hemen yanında olunca suyun ıslaklığı ile kaydım. Düşecekken belime sarılmış yerimizi değiştirmişti. Ama o suyun içine düşmüştü. Kafasını da taşa çarpmıştı.

-Oh! Özür dilerim! Dedim. Elleri hala belimdeydi. Ama gevşekti. Kalkmak için elim ile suyun içindeki taştan destek almayı planlamıştım. Hyunjun'un başını çarptığı taşa bulanan kırmızı sıvı ile donup kaldım. Kafasını mı kırmıştım? İçimde bir yerlerde derin bir yara oluştu. Hemen kalktım. O da kalktı.

-Başın kanıyor. Dedim. Şaşkınlıkla.

-Kalk. Başını sarmamız gerek. Diyerek kalkması için elimi uzattım. Tutmadı elimi. Kendisi kalktı. Elini yaranın olduğu yere koydu. Eline bulanan kan ile sinirlenip ahlamıştı. Korkunç görünüyordu. Ama şu an onunla ilgilenmem gerekiyordu. Kendi çadırlarına gitti. Çantasını alıp ilerledi.

-Nereye gidiyorsun? Dedim. Bir kaç adım ilerledim. Durmadı. Peşinden gidemezdim. Ama yalnız da bırakamazdım. Evet evet. Kaybolursak en azından beraber kaybolurduk. Ama bayılırsa yerini bilen biri olurdu en azından. Peşinden gittim. Ağaçların arkasında ıslanan tişörtünü çıkarınca hemen arkamı döndüm. Kaçıp gitmiyordu. En azından onu öğrenmiştim. Abimin montunun cebinden arabanın anahtarını alıp ilk yardım çantasını aldım. Bir süre bekledim. Arabanın içindeki pikeyi de alıp yanına gittim. Üstü hala çıplaktı. Ama pijamasını değiştirmişti.

-Dur üstünü giyinme. Dediğimde durup bana döndü.

-Benim yüzümden oldu. Kafanı sarmama izin ver huh? Hem üstünü giyinirsen kan olur. Dedim. Korkutucu bir şekilde bakıyordu. Acilen kendimi savunmam gerekiyordu.

-Hem sen de arkamda ne yapıyorsun? İnsan bir ses verir. Susmayı ne kadar seviyorsun be! Orman burası! Ayısı aslanı var canım! Hiç olmasa yanımda dursaydın. Arkama ni-

-Bana canım deme. Dediğinde sustum. Canım mı demiştim. Lafın gelişi demiştim. Ama canım da sayılırdı.

-Peki peki. Hadi şu taşa otur da kafanı sarayım. Vicdan azabı çekerim yoksa. Ben senin gibi öcü değilim. Bakışların ne kadar korkutucu biliyor musun ki sen? Diye kendi kendime söylendim. Yanıma gelip elimdeki pikeyi çekti. Sırtına örtüp gösterdiğim taşa oturdu. Arkasına gittim. Önce yarasını temizledim. Sonra tentürdiyot sürdüm. Beyaz uzunca sargı bezini çıkarıp başına sargım. Bir iki turdan sonra önüne geçtim.

-Bunu tutar mısın? Dedim. Tuttu. Öndeki saçlarını sargı bezinin altından çıkardım. Sonra sarmaya devam ettim. En sonunda tekrar verdim eline. Yara bandından bir parça koparıp elinden aldım ve sargı bezini açılmaması için bantlayıp sargı bezini kestim. Saçlarını tekrar çıkardım sargı bezinin altından. Olmuştu. Tamamlamıştım. Eşyaları ilk yardım çantasının içine koyup çöpleri de topladığımız çöp poşetinin içine atmıştım. Arabayı kilitleyip tekrar abimin montunun içine koydum. Bizim çadırdan çıkınca Hyemi'nin de çıktığını gördüm.

DOUBLE 4Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin