7. Alev

181 28 2
                                    

Güneş tüm ışınlarını konağın bahçesine yönlendiriyordu, çok rahatsız ediciydi. Kahvaltı yapmak istemiyordum ama Sultan Ana buna da çok önem veriyordu. Spora tekrar başlamak istiyordum, o yüzden kahvaltımı yapsam çok iyi olurdu. Ama kafam bu kadar doluyken yemek yiyesim gelmiyordu.
Tabağımda duran zeytini oradan oraya iterken aklımda sadece Berzan vardı. Daha doğrusu onun ne yapmaya çalıştığı...
Sultan Ana gözlerime baktı. ''Hasta mısın?''
''Hayır, iştahım yok. Ofiste bir şeyler yerim ben.'' diye yanıtladım onu, sonunda rahatlamış bir şekilde çatalı elimden bıraktım, zeytin de rahatlamış görünüyordu.

Sultan Ana ise gözlerini kısmış bana bakıyordu hala ''Duydum ki Hamza'yı kışkırtmışsın.''
''Pek öyle denilemez.'' gülümsedim. ''Doğruları söyledim sadece.''
Dilan bu konuların içinde bulunmamdan hoşlanmıyordu, o yüzden gergin olduğunu ona bakmadan da anlayabiliyordum artık. Ama bakışlarını üzerimde hissediyordum.

''Belki de artık bu işleri daha fazla kurcalamamalıyız.'' dedi Dilan bana bakmayı sürdürerek.
''Sen karışma.'' dedi Sultan Ana tek nefeste. Dilan hırsla elindeki çatalı tabağına çarparak odasına gitti.
''Bu hamleyi neden yaptın?'' yine gözlerime bakmıyordu Sultan Ana, aklımdakini öğrenmek istiyor gibiydi.
''Kafası ailemiz dışında bir şeyle meşgul olsun dedim, üzerime saldırıp durmaya bir mola verir.'' dedim, sesimdeki alaycılığa dikkat kesildi ve bu sefer gözleri gözlerimle buluştu.

Ne kadar da güzel bir kadındı gençken kim bilir, dudakları pespembe ve kalemle çizilmiş gibi şekilliydi. Yüzü kırışıklık doluydu ama mavi gözleri her türlü kusuru örtebilecek kadar güzeldi.
Gözlerindeki yorgunluğu görebiliyordunuz, ışığı sönmüştü. Zayıf ve uzun bir fiziğe sahipti, elleri hiç yaşlanmamış gibi tertemiz görünüyordu. Esmer teni mavi gözleriyle bir ahenk yakalamış, yılların tecrübesini saklamaya çalışıyor gibiydi.

En sonuna kalın sesi kulaklarımı doldu. ''Risk almışsın, Hamza eskiden epey bir ters adamdı. Taa ki Berzan koltuğa oturana dek, o zaman sesi kesildi. Masum bir adam haline geldi, herkes şaşkındı, buna Berzan da dahil.'' gürültülü bir şekilde ağzındaki lokmayı çiğnedi, sesler yüzünden kaşlarım çatılmıştı. Lokmasını yutup konuşmayı sürdürdü.
''Yani bu yolda yalnız başınasın, bunu asla unutma.''
''Bunun pek tabii farkındayım.'' diye yanıtladım onu, boğazım kuruduğu için yanımda duran suyu yudumlamaya başladım.

''Sana karşı dürüst olacağım. Bu kapıdan ilk girdiğin andan itibaren senden ümitsizdim ancak beni şaşırtarak buraya kolayca uyum sağladın. Tabi, sana sormak istediğim başka bir şey var, Efe. Ama sen de bana karşı dürüst olmalısın.'' yine gözlerini gözlerime dikmişti, bu durum beni geriyordu. Amacı da oydu zaten, o an bu numarayı benden başka insanların üzerinde de kullanıyor mu diye merak ettim.

''Yalan söylememi gerektirecek kadar zor bir soru mu?'' diye sordum, bunun cevabı aslında dürüst olacağım anlamına geliyordu. Sultan Ana'da bunu anladı ve konuşmak için dudaklarını araladı.
''Senden Berzan'ı öldürmeni isteseydim öldürür müydün?''
Ben bu hamleleri iyi bilirdim, hiç tereddüt etmeden ''Evet.'' dedim, hızla cevap vermem ve sesimde bir değişikliğin olmaması bana kolaylıkla inanmasını sağlayacaktı. Öyle de oldu, memnuniyetle tekrar kahvaltı tabağına döndü.
''Merak etme, senden henüz böyle bir şey istemiyorum. Akıllı birisin, aferin.''

''Teşekkürler, artık işe gitsem iyi olacak. Bu arada akşam Dilan ile yemeğe gideceğiz. İstersen sen de gel.'' dedim bir cesaretle Sultan Ana'ya.

''Yok.'' dedi sert tavrını tekrar takınarak. ''Siz eğlenmenize bakın, kendinize de dikkat edin.''
Öyle olsun, Sultan Ana...


~~~~~


Dilan'ı almaya doğru gidiyordum, bu sefer kesinlikle sorunlara değil, kardeş olarak birbirimizi tanımaya odaklanacaktık.
Gün boyu kafam düşüncelerle doluydu yine ama sürekli yankılanan tek bir ses vardı.
''Senden Berzan'ı öldürmeni isteseydim öldürür müydün?''
Bu soruyu iyi bir insan olan yanım 'Kesinlikle hayır!' diye yanıtlıyordu, çünkü kimseyi öldürmekten hoşlanacağımı sanmıyordum. Ama onu öldürmemeyi istememin tek nedeni sadece katil olmamam mıydı? İşte bunun cevabını kendime vermek çok zordu. Kendimi bu konuda sıkıştırmıyordum ama kafamdaki sesler gün boyu dinmemişti.

Öldürmek zorunda kaldığımı düşündüğümde aklıma tek bir şey gelmeliydi, öyle değil mi? Bana acı çektirdiği her an onu öldürmek istemem için bir sebep olabilirdi. Ama bunu düşündüğümde aklıma gelen tek şey vücudumda gezinen elleriydi, o soğuk parmak uçlarının bedenimde bıraktığı sıcak his...
Her düşündüğümde vücudum alev alev yanıyordu, tek çarem ise düşünmemeye çalışmaktı. Şu ana dek pek başarılı olabildiğim söylenilemezdi, ama deniyordum.

Sonunda konağa vardığımda Dilan koşarak arabaya bindi. Ufak bir sarılma ve 'Günün nasıl geçti?' gibi klasik diyaloglar eşliğinde restorana vardık.
Bugün Dilan siyah bir elbise giymiş, uzun saçlarını toplamış ve omuzlarına birkaç tutam düşürmüştü. Beyaz teni siyah elbisenin içinde parlıyordu, masamıza ilerlerken koluma girdi.
Otururken gülerek takıldım ona. ''Senin yanında biraz sönük kaldım sanki, kavalyen olmayı hak edemiyor gibiyim.''
''Aşk olsun, abicim. Sen gayet şık görünüyorsun, sorun bu olmalı bence. Sen hep şık ve yakışıklı görünüyorsun.'' gülerek cevap verdi, sürdüğü kırmızı ruj ardından inci gibi parlıyordu dişleri, tam o sırada gözleri arkamıza kaydı ve gülümsemesi bir anda soldu.

Onun bu bakışına karşılık kaşlarım çatıldı ve baktığı yöne döndüm. Siktir ya...
Berzan ile biricik abisi Hamza, tam çaprazımızda hararetli bir tartışma içerisindelerdi.
Onları karşı karşıya görmek garip bir histi, Berzan'ın önünde bir kadeh şarap varken Hamza'nın önünde yoktu. Demek alkolü pat diye bırakacak kadar önemsemişti bu konuyu, bir şeyler yapmakta kararlıydı.

''Ne işleri var bunların burada ya?'' dedi Dilan öfkeyle onlara doğru bakarken, onlar ise bulundukları koyu tartışma nedeniyle bizi fark etmediler.
''Sakin ol, aynı şehirde oturuyoruz. Karşılaşmamız çok normal değil mi? Bana odaklan ve yemeğimizi yiyelim, hadi.'' dedim Dilan'a, söylediklerim karşısındaki elindeki menüyü kapattı ve ''Ben kararımı verdim.'' dedi, çok rahatsız görünüyordu.

Biz siparişlerimizi verene kadar Berzan ve Hamza'nın tartışması bir kavgaya dönüşmek üzere ateşleniyordu. Göz ucuyla tekrar baktığımda, Berzan'ın gitmek için sinirle ayağa kalktığını gördüm. Öfke çenesinin kasılmasına, alnında bir damarın fazlasıyla belirginleşmesine neden olmuştu. Gözleri bir delinin gözlerini andırır gibi bakıyordu.
Berzan gitmek için bir adım atmıştı ki, Hamza ona bir şey söyledi. Berzan'ın adımları durdu, bakışları sertleşti. Bir yumruğunu sıktığını görmemle dönüp abisine geçirmesi bir oldu.
Hamza sandalyesinden dengesini koruyamadı ve yere düştü, kolundan destek alıp kalkmaya çalışırken bir tekme geçirildi karnına.

Hamza ağzından dökülen kanlarla yere yığıldı, Berzan'ın gözü dönmüş gibiydi. Durmadı, yerde yatan abisinin üzerine çıkıp suratını yumruklamaya başladı.
O ardı ardına yumruklarını abisine geçirirken hızla ayağa kalktım. Birkaç büyük adımda yanlarına vardım, Dilan'ın ''Gitme!'' diye bağırışını duysam da yapamadım.
Gözümü Hamza'ya çevirdiğimde yüzünün kanlar içinde olduğunu, resmen dağıldığını gördüm.
Berzan'ın arkasına geçerek kolumu boynuna doladım, var gücümle kolumu sıkıp onu abisinin üzerinden kaldırdım.

İnsanlar Hamza'ya yardıma koşarken, o bir çırpıda kolumdan kurtulup yumruğunu havalandırdı. Ama beni görmesiyle hemen indirdi, bakışlarındaki öfke bir anda dindi. İlk defa beni gördüğünde afallamış görünmüyordu, daha çok rahatlamış gibiydi. Kolu hala kolumu sıkıyordu, bir hamlede sıyrıldım ve Hamza'nın başına gittim.

''Teşekkür ederim.'' dedi kısık sesiyle ''Bir kez daha hayatımı kurtardın.''
İstediğimi almıştım, artık Hamza bana tamamen güveniyor ve kendisini bana borçlu görüyordu. Kafamı arkama çevirdiğimde Berzan hala oradaydı ve bize doğru bakıyordu, şimdi bakışları suçlu bir çocuğunkiyle aynıydı.
Bakışları pişmanlık, üzgünlük ve hayal kırıklıklarıyla doluydu. Çözemiyordum, onu böyle görmek içimi mi acıtmıştı?


Girift -bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin