İçinde alev alev yanan yangının aksine, buz tutmuş vücudunu ısıtmak amacıyla montuna biraz daha sarıldı. Attığı adımlar eşliğinde yerden ayırmadığı gözleri, aslında beynine yerinden çıkmış taşları iletmiyordu. Aklı ona sadece yarım saat önce yaşadıklarını çizmekle meşguldüçünkü. Her ne kadar artık orada olmasa da, karşısında o vardı. Bağıran, öfkesini kusan, kıran... Birde kurduğu hayaller. Vermek istediği cevabı tam olarak verdiği hayaller; hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini çok iyi bildiği.
Ayakları daha fazla yürüyemeyeceğinin sinyalini verse de umrunda değildi, güzel kızın. Şapkasının içinden özgürlüğünü ilan etmiş bir tutam saçını üfleyerek gözünün önünden atmaya çalıştı ve bu sırada hemen on metre kadar ilerisinde duran ıslak bankı gördü. Sahile kadar gelmişti demek. Oysa o henüz bir daha hiç dönmeyeceği evin sokağında olduğunu düşünüyordu hâlâ. Adımlarını sıklaştırdı, aynı yüzü gibi nemli banka oturdu; sırt çantasını yanına koyduktan sonra. Bacağını diğer bacağının üzerine atmadan önce, az önce yaşadıklarından kurtulabilecekmiş gibi gözlerini yumdu sıkıca. Bu işe yaramadığı gibi bir gözyaşını daha özgürlüğe kavuşturdu ve o gözyaşı geride kalanları da yalnız bırakmadı, peşinden sürükledi.
Ocak ayının doğal soğukluğundan kaynaklanan kimsesizliğin oluşturduğu sessizliği bozan tek şey hıçkırıkları oldu, yarım saat boyunca. İçinden ‘Siz bunu hak etmediniz’ diye bağıran sesi hiçbir işe yaramıyor, acısını dindirmiyordu.
Biraz daha gözyaşı döktükten sonra acilen mantıklı düşünmesi gerektiğine karar verdi. Mantıklı düşünüp bir çözüm bulup burada buz kütlesine dönüşmeden gidecek bir yerler bulmalıydı. Kendini çözmeye başladı öncelikte. 22 yıllık yaşamında hep çok narin olmuştu. Kırılgan, içine kapanık, duygusal. Peki eline ne geçmişti? Koca bir hiç! Gözyaşlarına küsmeliydi artık, onlar onu daha güçsüz hale getiriyordu. Aceleyle elinin tersiye yüzünü sildi. Ne yapacaktı peki? Onu iyi tanırdı, şimdi herkese haber vermiş olmalıydı. Hiç kimse ona kapısını açmazdı ya da açtıkları gibi ona haber verir ve onu kolundan tuttuğu gibi götürmesine neden olurlardı. Dostları bile. Dostmuş... Bu düşüncesine sinirli bir gülüş attı, kendiyle dalga geçercesine. Onun ne zaman gerçek bir dostu olmuştu ki? Hangi arkadaşına sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlayabilmişti? Onun en yakın dostu kendiydi ve buna göre yaşamalıydı artık.
Vücudundaki ani titremeyi önemsemedi ve sırt çantasından cüzdanını çıkarttı. Cüzdanı bile toz pembeydi. Artık büyümeliydi. Cüzdanını açtı ve içine baktı. Kredi kartlarının çoktan iptal edildiğine emindi, yerini belli etmemek için kullanmazdı zaten. Parasına baktı. Bankamatikten yeni para çekmişti, ama pek çoğunu harcamıştı. Cüzdanının içinde bir 200 Tllik banknot bir de bozuk birkaç lirası vardı. Kalitesine alışık olduğu otellerden birine gitse yalnızca bir gece kalabilirdi. Televizyondan varlığını bildiği, o iğrenç pansiyonlardan birinde kalmalıydı. Yaşadığı ironiye kahkaha attı bu kez de. Dün gece başını bu dünyadaki en rahat yastığa koyup, vücudunu en ergonomik yatağa yatırırken, şimdi yatıcak temiz bir yatağı bile yoktu. Hava bu kadar soğuk olmasaydı belki bu bank onun yeni yatağı olabilirdi ama bu intihar etmekle eşdeğerdi. Üstelik vücudundaki kansızlık problemi de buna hiç yardımcı olmazdı. Oysaki yaşaması gerektiğini biliyordu. Ne için yaşaması gerektiğini bilmese de bunu yapmalıydı.
Cüzdanını çantasının en altlarına doğru atıp, çantasının fermuarını çekti. Ayağa kalkıp çantasını omzuna attıktan sonra dinlendirdiği ayakları onu yine taşıyordu uzaklara. Aklını taradı çabucak. Nerede görmüş olabilirdi ucuz bir pansiyon?
Aksaray. Hayır bu olmazdı, orada ilk gecesinde harcanmış olurdu.
Taksim? Pahalı oteller vardı ama mutlaka bir pansiyon da bulabilirdi. Belki güvenilir bir pansiyon.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF.
Teen FictionAraf ne idi? Cennet ve cehennem arasında kalan tepeydi. Bir tarafında huzur, bir tarafında korku. Belki kaçıştı cennet; belki de kalış ve ben şimdi ya cennete girmeye çalışırken engelleniyordum bir şeytan tarafından; ya da cenehheme giden yolda bir...