İlk defa telefondan yazıp bilgisayara geçirmeden buraya atıyorum o yüzden hatalarım varsa affoluna :) Yaren e tekrar çok çok teşekkürler resim için. Hepinize iyi okumalar :)
Resimdeki soldaki Emir. :)Belime sardığı kollarının hafifçe gevşediğini hissettiğince boynuna gömdüğüm başımı kaldırdım ve hafifçe parmaklarımın üzerine çıkarak alnımı alnına yasladım. "Günahlarını yıkayacağım," dedim şarkıya gönderme yaparak. Hafifçe güldü. "Üzgünüm," dedim. "Seni daha da üzmek istemezdim." Cesaretim fazla gelmiş olmalıydı ki parmaklarımı yanağında gezdirdim.
"Fazla tepki verdim," dedi. Bu Arın'ın lugatında bir özürdü.
"Onun yerine asla geçemem, böyle bir niyetim de yok. Sadece sen izin verdiğin sürece yanında olacağım."
"Ve anı yaşayacaksın?" dedi soru sorar gibi.
"Evet," dedim güler gibi bir sesle. Ama ikimizinde gülmeye ne hali ne hevesi vardı.
"Uyumak istiyorum," dedi. Konuşurken yüzümü yalayan nefesi kalbimi yerinden sökecek gibiydi. Korksam da kalbim Arın'a karşı hislerinin ismini koymuş gibiydi ama öğrenmeye niyetim yoktu.
"Uyuyalım," dedim alnımı alnından çekerken. "Anneme bakıp geleceğim. İstersen duş al."
"Sadece uyumak istiyorum," dedi ve banyoya girdi. Ellerindeki kan lekelerinden kurtulmak, yüreğindeki vicdan kırıntılarından kurtulmasına da yardımcı olabilirdi belki.
Kapıyı açtım ve annem bunu bekliyormuş gibi anında başını bana çevirdi. Her ne kadar konuşamasa da -ki konuşsa çok fazla bağıracağına adım kadar eminim- bakışlarıyla hesap soruyordu. Kapıyı örtüp yatağının kenarına oturdum ve elini elimin içine aldım. Yüzde on haraket kabiliyetinin verdiği güçle elini elimden kurtarmaya çalışsa da beceremedi.
"Annem yapma böyle, ne olur." dedim ağlamaklı sesimle. Çok gelmişti bugünün yükü artık duygularıma. Sadece gözlerimi kapayıp gerçeklerden bir süreliğine de olsa sıyrılmak istiyordum artık. "Düşündüğün gibi değil," dedim dudaklarımı bembeyaz ellerine bastırırken. Gözümden kayan bir yaş eline damladı. "O kötü biri değil. Kötü biri kılığında olmak zorunda sadece. Bense mafyanın bir parçası falan değilim. Sen sakın korkma. Hepsi bitecek, hepsi." Derin bir nefes aldım. "Bize yeni bir hayat vermek için bir rol yapıyorum sadece. Bir sene sonra söz, senin olmayı hayal ettiğin gibi... Senin yerine ben bir oyuncu olacağım! Hepsini arkamızda bırakacağız." Yalandı. Biliyordum ki saklanmak için girdiğim bu araftan kaçma şansım yoktu. Olsaydı bile artık Arın'ı yalnız bırakıp gidebilir miydim bilmiyordum. "Babamın aklına gelmeyecek tek yer kendi iniydi. Bir tek mafya aklına gelmezdi, o yüzden buradayım. Para biriktiriyorum. Yeni bir hayat için. Babamın bizi bulamayacağı, cennetten kopma bir sahil kasabasına gideriz seninle bu senenin sonunda. Bana sadece zaman ver ve sakın korkma." Masal anlatır gibiydim. Hayalini kurup, doğaçlama bir şekilde hiçbir zaman gerçekleşmeyecek şeyleri anlatıyordum. Şimdilik umut bile yeterdi bize çünkü.
Tekrar eline bir öpücük kondurdum ve "Uyu artık," dedikten sonra yorganını güzelce üzerine örtüp dışarı çıktım. Arın görmesin diye ıslanan yüzümü parmaklarımla sildim ve odasına girdim.
Gün ışığı artık içeriyi rahatlıkla aydınlatıyordu. Arın'ın kapattığı perde bile bunu engelleyemiyordu. Çok geç uyanmamak için telefonumun alarmını kurdum ve telefonu komidinin üzerine koyduktan sonra yatağa girdim.
Arın sanki tüm gerçeklerden kaçması mümkünmüş gibi göz kapaklarını kapatmış, yatıyordu. Ama içinde bir savaş verdiğine emindim. Bir-iki dakika sert hatlara sahip yakışıklı yüzünü izledikten sonra cevabını bildiğim halde "Uyudun mu?" diye sordum. Cevap olarak beni kollarının arasında aldı ve güçlü, keskin kokusu burnuma buram buram dolarken kendimi uykunun kollarına teslim ettim.Derinliklerine daldığım uykunun arasına sızan melodilerle istemsizce gözlerimi araladım. Başım Arın'ın çıplak ve kaslı göğsünün üzerinde, o nefes aldıkça hafifçe yukarı kalkıp aşağı iniyordu. Kolumun üzerindeki eli yattığımız andan beri yerini değiştirmemişti. Mutfaktan kaşık-çatal sesleri geliyordu. Arkama doğru dönüp telefonu elime alırken tempolu melodi sustu ve ekranın üzerinde 'Bir cevapsız arama' yazısı belirdi. Çalan alarm değil, telefonumdu. Üstelik rehberimde kayıtlı olmayan bir telefon. Saatin 13.23ü gösterdiğine bakarken telefon tekrar çalışmaya başladı ve Arın huzursuzca kıpırdandı. Telefonu sessize alıp hızlıca yataktan kalktım ve salona geçerken arayan numarayı aradım. "Merhaba, beni aramışsınız?"
"Merhaba Masal. Emir ben, Kasımpaşa Çocuk Yurdu'nda tanışmıştık."
Ağzıma sıçayım! Aklımdan tamamen çıkmıştı ve buna inat zamanım hızla daralıyordu. "Ah, evet hatırladım."
"Sen aramayınca ben de senin numaranı buldum Hazal Hanım'dan."
Adam kendi ayaklarıyla canını yakmak için gelmişti. "Çok yoğundum, hep aklımdaydın ama bir türlü vakit bulamadım," dedim ve huzursuzca dudaklarımı kemirmeye başladım.
"Bölmüyorum umarım?"
Uykumu böldün ama neyse. "Hayır hayır. Ben de bugün arayacaktım aslında. Gerçekten bir yerlerde oturup sohbet etmeyi isterim. Tabi müsaitsen." Bu kadar kibarlaşabileceğim kimin aklına gelirdi ki?
"Ben de senin hikayeni dinlemeyi isterim. Saat 4te seni bir yerlerden almamı ister misin?"
İster miyim? İstemem. "Sen bir yer söyle, ben oraya geleyim. Zahmet etme."
"Olur mu..." derken "Olur olur, çok güzel olur." diyerek lafını böldüm.
Şaşkınlıkla birkaç saniye durakladıktan sonra güldü. "Peki, Yeniköy'deli Layla uygun mudur?"
"Tabi, saat 4 gibi orada olurum."
"Pekala, hoşçakal." dedi ve telefonu kapattı.
Hiçbir şeyi elime yüzüme bulaştırmamam, söylediğim yalanları unutmayıp ikileme düşmemem lazımdı.
Ders çalışır gibi çalışmalıydım!
Koşarak odama gittim ve anneme bir öpücük kondurduktan sonra bir defter ve kalem alarak salona geçtim. Yarım saat kadar söyleyeceğim yalanların bir hazırlığını yaptım. Gerçekten komik ve eğlenceliydi. Kendi hikayemin hem senaristi hem oyuncusu hem de yönetmeniydim.
Odama geçip dolabımın karşısında on dakikamı öldürdükten sonra, siyah dizleri yırtık dar paça kotuma ve siyah ipek gömleğe karar verdim. Altına da hafif topuklu siyah yarım botlarımı giydim. Hepsini Ahmet Bey'in uygun kıyafetler almam için verdiği parayla almıştım.
Maşa yardımıyla saçlarıma hafif dalgalı bir hava kattım. Çok yoğun olmayan makyajımı da yaptıktan sonra siyah çantamı aldım ve odadan çıkarken Arın'la karşılaştım. Odadan çıktığımı görüp uykulu gözlerle bana baktı ve sonra gözlerini büyüterek baştan aşağıya süzdü. "Nereye gidiyorsun sen?"
"Emir'le buluşacağım. Aslında geç de kaldım, beni bırakabilir misin?"
Sorumu duymazdan gelip gözlerini kısarak "Emir'le mi buluşacaksın?" diye sordu. Şu an yaptığım bir tespite göre Arın Çelebi inanamadığı ya da istemediği bir şey duyduğunda gözlerini kısıyordu ve bu bence çok tatlıydı.
"Evet, dersimi çalıştım merak etme." dedim gülerek.
Gözlerini devirdi ve mırıldanarak bir şeyler söyledi. Emir'in adının geçtiğini duysam da devamını anlayamadım. "Bekle beni, araba bende zaten. Ben götürüp, ben getireceğim."
"Emir'e ne diyeceğim?"
"Hesap mı vereceksin ona?" Sinirlendiğini anlamamak için gerçekten gerizekalı olmak gerekirdi.
"Hayır, sadece sorarsa diye..." Ses tonum git gide daha da alçalmıştı.
"Erkek arkadaşım dersin."
Cümlesiyle sanki gerçekleşmiş ya da teklif almışım gibi kalbim ağzımın içinde hızla atmaya başladı. Bir tarafımın hoşuna gitse de bir tarafım deli gibi korkuyordu. Boğazım kurumuştu ve sanki hafif sarhoş olmuşum gibi başım dönmeye başlamıştı. Yüzüne bakamadan "Olmaz," dedim. Gözlerine bakmak istesem de bakamıyordum çünkü gözleri gözlerime değdiği an içimden geçenleri görecekmiş gibi hissediyordum.
"Nedenmiş?" dedi tek kaşını kaldırarak.
"Amacım onunla arkadaş olarak bir yakınlık kurmak ama küçük bir ihtimal de olsa belki benden hoşlanır. O yolu da tıkamak istemiyorum."
Hiç düşünmeden cevapladı. Sanki daha önce düşünüp kafasında tasarlamış gibiydi. "Masal, o herif sana aşık olursa onu sikerim!"
Beklemediğim bu cümleyle gözlerim yuvalarından çıkmaya yemin etmişcesine büyüdüler. "N-nedenmiş o?"
Belli bir süre cevap vermese de ve o saniyeler bana sonsuzluk gibi gelse de sonunda ağzından kelimeler dökülmeye başlamıştı. "O sana aşık olursa ve sen de bundan etkilenirsen, bizim için kötü olur. İş açısından..." Birkaç saniye daha sustu. "Yoksa banane."
Söylediklerinin gerçeklik payı vardı. Ama bir ihtimal, küçücük bir ihtimal sebebin sadece bu olmadığını fısıldıyor, içimde koca bir umudun filizlenmesini sağlıyordu.
Sustur şu beynini Masal! Acı çekeceksin, kapat artık çeneni!
Gözlerimi yumup iç sesimi susturdum ve tekrar açtığımda "Ona asla aşık olmam, merak etme." dedim. "Haydi, hazırlan da çıkalım. Geç kaldım."
***
Layla'nın önündeydik. Yolda hiç denecek kadar az konuşmuştuk. Bu içimde ufak bir huzursuzluk yaratsa da bir şey demedim. "Sağ ol bıraktığın için." Ona bakmamıştım ve cümlem bittiğinde elim kapı koluna gitti.
"Masal?" Başımı ona çevirdim ve gözlerimizi buluşturdum. "Dikkat et, onun sana aşık olmasını istemiyorum."
Güldüm kendimle dalga geçercesine. "Aşık oluncak biri değilim zaten, korkmana gerek yok." Bunu söylerken belki de kendimden utandığım için gözlerimi kucağımdaki ne yapacağını bilemeyip duran ellerimden ayırmamıştım. Dillere destan ya da yolda yürürken yanımdan geçenlerin dönüp tekrar bakacağı bir güzelliğim yoktu çünkü. Daha önce üç-dört teklif alsam da sevgilim bile olmamıştı çünkü. Benim hoşlandığım çocuklarda hiçbir zaman farkıma varmamıştı bile.
"Kendini küçümseme." Tek bir cümle. Tüm dikkatimi, tüm düşüncelerimi, tüm gerçeklerimi dağıtıp nasıl görünmeyen bir özgüven verebilirdi ki?
Verebilecek bir cevabım olmadığından nazikçe gülümseyip arabadan indim. Bekleyip gitmeyeceğini biliyordum, o yüzden gitmesini beklemeden kafeye doğru yürüdüm. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum ve ağır gelmişti bu.
Gerçekten kendimi küçümsememem gerektiğini mi düşünüyordu? Beni güzel buluyor muydu?
Düşünceleri kafamdan uzaklaştırıp kafeye bir adım attım ve gözlerimle içeriyi taradım. Kafeye girdim ve çevreme bakındım. Denize bakan camın kenarındaki bir masaya oturmuş, fincanını dudaklarına doğru götürüyordu.
Şov başlasın.
Masaya ulaşmama birkaç adım kalmışken beni fark etti ve kafasını kaldırdı. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi yüzü aydınlandı beni görünce ve fincanını bırakıp ayağa kalktı. Elini tokalaşmak için uzatırken "Hoşgeldin," dedi. İş görüşmesine gelmiş gibi hissetmiştim.
Elini sıkarken "Hoşbulduk," dedim ve çantamı oturacağım sandalyenin yanındaki sandalyeye koyduktan sonra oturdum. "Çok beklettim mi?"
"Hayır, problem değil." Arın olsa ağaç olduğunu biraz daha gelmeseydim gideceğini söylerdi muhtemelen. Peki bana daha yakın gelen hangi cevaptı?
Gülümsedim. "Nasılsın?" dedim ne demem gerektiğini bilemeden.
"İyiyim, sen nasılsın?"
"Daha iyi günlerim olmuştu," dedim mırıldanıp duymayacağını düşünerek ama tezimi çürüttü.
"Bir problem mi var?"
Aslında konulara girmek ve kendime bağlamak için iyi bir fırsattı. "Nefes aldığım sürece hep vardı," dedim gözlerimi masadan ayırmadan.
"O zaman daha iyi günlerin olmuş sayılmaz," dedi güldürmek isteyerek.
Nezaketen gülümsedim. "Herkes sen gibi şanslı olmuyor."
Sesi durgunlaşmıştı. "Dışarıdan göründüğü kadar şanslı değilim."
Abartılı şekilde gözlerimi devirdim. "Yapma! Bir annen ve baban var."
"Biyolojik olmayan..."
"Doğurmayla anne, verdiği genlerle baba olunmuyor." Gerçekten öksüz ve yetim gibi hissettiğim için o moda girmem kolay olmuştu. Babam hiç olmasaydı daha iyiydi, anneminse onu her ne kadar çok sevsem de sesini bile hatırlamıyordum.
"Haklısın," derken garson geldi ve siparişlerimizi aldı. İkimizde 'white chocolate mocha' almıştık, Emir'in tavsiyesi üzerine.
Arın olsa çay alırdı.
"Evet, hikayeni anlatmaya başla artık. Gerçekten merak ediyorum."
"Bu merakın şaşırtıcı aslında. Benim hikayem senin geride bıraktığın yurt arkadaşlarından farklı değil. 18 yaşına kadar birinin beni sahiplenmesini ve hesap sormak için annemle babamı bekledim, 18 yaşımdan sonra da en nazik şekilde yurttan kovuldum."
"Ayaklarının üzerinde nasıl durdun?"
Bu sorunun geleceğine adım kadar emindim. "Garsonluk yaptım. Patronum halden anlayan, insan evladı biri çıktı da kendime bir yer ayarlayana kadar geceleri dükkanda kalmama izin verdi. Sonra bir arkadaşının gecekondusunu az bir kirayla bana ayarladı. Bazı gecelerde part time işler yaptım."
"Ne gibi?"
"Şarkı söyledim mesela."
"Eğitimin var mı?"
"Hayır."
"Sesin çok mu güzel?"
Bağırmak istiyordum. Resmen sorguda gibiydim. "Çok iddialı olmasam da şarkı söylemeyi çok seviyorum."
"Ankara'dan buraya neden geldin?"
"Sıkıldım. Beni oraya bağlayan hiçbir şey olmamasından sıkıldım."
"Belki burada bağlayan şeyler bulursun." Garson kahveleri getirerek sohbeti böldü. İyi de oldu, boğulmuş gibi hissediyordum.
"Neden merak ediyorsun bu kadar bunları Emir?"
Biraz durakladı ve yüzü düştü. Bozulmuştu sanırım. "Eğer birileri bana sahip çıkmasaydı nasıl bir hayat yaşayacağımı merak ediyorum çünkü. Senden çok farklı olmazdı herhalde."
Ne diyeceğimi bilemediğim için gülümsemekle yetindim.
"Hiç içmedin kahvenden?" demesiyle hatırladım bir kahvem olduğunu. Belli etmesem de her an her şeyi berbat edebilecek olma korkusu çok stresli olmama sebep oluyordu. Kahvemi karıştırdım ve bir yudum aldım. Abarttığı kadar güzel değildi, diğer yerlerdeki mochalardan çok da bir farkı yoktu. "Şimdi nerede çalışıyorsun?" Beklemediğim sorusuyla neredeyse ağzımdakini püskürtecektim çünkü aptal gibi bunun için bir yanıt aramamıştım, aklıma gelmemişti.
Vakit kazanmak için kahvemi bıraktım. "Şey... Im şöyle ki..."
"Çalışmıyor musun?"
Gözlerine bakarak sorusuna odaklandım. En iyi cevap o gibi duruyordu. "Şey, evet. Çalışmıyorum."
"Gerçekten mi?" dedi gülümseyerek.
"Evet, komik mi?" Yaptığı ayıptı.
"Ah, hayır!" Hafiften yüzü mü kızarmıştı bana mı öyle geldi? "Sadece, sekreterim işten ayrılacak. Hamile de. Biraz daha kalırsa ofiste doğuracak ama biri gelmeden bırakmak istemiyor. Benimle çalışmak ister misin?"
Başta iş görüşmesinde gibi hissetmem doğru çıktı iyi mi?! Ne yapacaktım şimdi?
Bir melodi gergin bekleyişi böldü ve elini ceketinin iç cebine atıp neredeyse suratım kadar büyük olan telefonunu çıkarttı ve ekrana baktı. "Özür dilerim, önemli de açmam gerekiyor."
"Hiç problem değil, ben de ellerimi yıkayayım," dedim ve hiç vakit kaybetmeden çantamı da alıp kalktım. Tabiki tuvalete değil, Arın'ın yanına gidecektim. Çalan telefonu hızır acil gibi yetişmişti yardımıma.
Hızla kafeden çıktım. Arabaya doğru yürürken sürekli istemsizce arkama bakıyordum.
Arın beni görmüş olacak ki arabadan çıktı ve o da bana doğru yürüdü. "Bir sorun mu var, Emir nerede?"
"Arın, Emir bana iş teklif etti." dedim bir anda. Çok vaktim yoktu. Çocuğun kabız olduğumu düşünmesini istemiyorsam tabi.
"Ne?!" Arın da en az benim kadar şaşırmıştı. "Nasıl iş teklif etti?"
"Nerede çalışıyorsun dedi, işsizim dedim. Onun da sekreteri doğuracak mıymış ne, bana teklif etti işte."
"Teklif etti diyip durma şuna. Aklıma ahlaksız teklif geliyor gidip dalmak istiyorum sonra!"
Gülmemi engelleyemedim. "Of Arın ya," derken hala kahkaha atmaya devam ediyordum. Onun da ciddi ve sinirli ifadesi biraz da olsa dağılmış gibiydi. "Çok vaktim yok, ne yapacağımı bilemedim, lavaboya gidiyorum dedim. Ne diyeyim?"
Biraz düşündü. "Her ne kadar istemesem de mantıklı olmak zorundayız." Neden istemediğini anlayamasam da bunu sonra düşünmek için erteledim. "Birlikte çalışırsanız evine girmen daha kolay olur, süreç kısalır."
"Anlamadığım şu, neden evine gizlice girip almıyoruz? Bunların hepsine gerek var mı?"
"Aptallaşma yine. Kim olduğumuzu asla bilmemeli. Adamın evi kamera ve güvenlik görevlisiyle kaynıyor, risk alamayız. Üstelik hakkında ne kadar bilgi alırsak o kadar iyi, adamı konuşturmaya bak. Şimdi de git işi kabul ettiğini söyle."
Haklı olabilirdi. "Tamam," dedim. "Gidiyorum."
Birkaç adım atmıştım ki arkamdan seslendi. "Masal?" Arkama döndüm. "Ona sevgilin olduğunu söyle."
Bu iş iyice hoşuma gitmeye başlamıştı. İnat etme sırası bendeydi. "Hayır! Gerekirse kalbini çalacağım," dedim ve göz kırptım. Sinirden kızarmasını izlemek çok eğlenceliydi.Emir telefon konuşmasını bitirmiş, beni bekliyordu. "Nerede kaldın?"
"Sıra vardı da." dedim gülümseyerek.
"Eee, ne düşünüyorsun iş hakkında. Bak hemen olumsuz düşünme. Senin bir işe ihtiyacın var, benim bir çalışana. Güvenebileceğim birine. E seni de çok tanımasam da yolda bile görmediğim birinden daha iyi tanıyorum değil mi? Sana onlardan daha çok güvenecek kadar..."
Ah zavallım. İnan onlar benden çok daha zararsız olurdu. Kararsızmış gibi gülümsedim, bakışlarımı kaçırdım ve sonra tekrar gözlerimizi buluşturdum. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "Madem öyle diyorsun," dedim ve dişlerimi göstererek gülümsedim.
Sevinmişti. Gerçekten sevinmişti. İçimi acıtacak kadar çok sevinmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF.
Teen FictionAraf ne idi? Cennet ve cehennem arasında kalan tepeydi. Bir tarafında huzur, bir tarafında korku. Belki kaçıştı cennet; belki de kalış ve ben şimdi ya cennete girmeye çalışırken engelleniyordum bir şeytan tarafından; ya da cenehheme giden yolda bir...