İnerken içine zıpladığım su birikintisi eteğimde çamur lekeleri bıraktı. Konuşmak için geldiğimizi sanıyordum ama Rodos'ta ses yoktu. Hava kararmıştı, bulutlar ay ışığını kesiyordu. Rodos kolumu tuttu. Ayaklarımın altında çatırdayan ot sesleri ve hayvan uğultuları korkumu arttırıyordu. Rodos'un da çok iyi davrandığını söyleyemezdim. Karanlığa gözlerim biraz alışınca ilerideki kulübeye doğru yürüdüğümüzü anladım. Kapıya geldiğimizde Rodos tokmağı kullanmadan yumruğu ile vurdu, beni önüne aldı. İçeride duyduğumuz hareketlilikten sonra kapı açıldı. Yüzümüze doğrulan mum gözlerimi kamaştırdı, tutanın kim olduğunu görmemi engelledi. Kalın bir ses şaşkınlıkla "Rodos?" dedi. Yaşlı bir adamdı. Sakalları çenesinin iki parmak altında bitiyor, saçlarıyla karışıyordu. Kısılmış gözleri uykuluydu.
"Boş musun ihtiyar?" Rodos uzun süredir ilk defa konuşmuştu.
"Gel, geç oğlum. Buyurun."
Rodos'a baktım. Kafamdaki şapkayı bir eliyle çıkarıp önümden girdi. İçeri adım atarken "Geç kızım." diyen yaşlı adama gülümsemeye çalıştım. Rodos'un adımlarını takip ettim. İçerisi loştu. Adam elindekinin ateşi ile birkaç tane daha mum yakıp duvar diplerine bıraktı.
Girdiğimiz yer küçük bir odaydı ve tek gözdü. Bir kapı aradım, en azından tuvalet için ama ormanın içinde olduğu için bunun sorun olmadığı geldi aklıma. Tavanda sıralı dizilmiş uzun ağaç kütükleri vardı.
"Başın belaya girmiş belli." dedi adam çoktan oturmuş Rodos'a bakıp. ''Bana uğradığında hep öyle olur.''
Rodos gözlerini kapatmış, kafasını duvara yaslamış duruyordu. Adam bana dönüp oturmam için işaret edince sırtımdaki hala kurumamış olan pelerini çözdüm. Rodos'un biraz ilerisinde yere çöktüm.
"Ver onu da serelim, kurusun." Elimdekini adama uzattım. Karşı duvara yaslanmış masanın yanındaki sandalyenin başına serdi.
"Aç mısınız?"
Rodos gözlerini açıp "İğrenç otlarından vermeyeceksen evet." dedi.
Adam hiç alınmadan kıkırdadı.
"Dört tavşan avlamıştım sabah." Masanın üzerine çakılmış ahşap raflardan bir şeyler indirdi. "Sizin şansınızmış." Omzunun üstünden Rodos'a baktı.
"Önce anlat, neden geldin?"
Rodos elini mumun alevinde gezdirdi. "Acelen mi var? Tüm gece buradayız. Önce karnımızı doyur."
Adam Rodos'un asabiliğine yine güldü. "Çocuk" diye homurdandı. ''Domuzluğundan hiçbir şey eksilmiyor.''
Elindeki etleri bize gösterip "Pişirip geleceğim." dedi ve tereddüt etmeden bizi yalnız bırakıp çıktı. Uzun süredir tanışıyor gibiydiler. Hala mumla oynayan Rodos'a baktım. "Yokluğum fark edilecektir." Göz ucuyla bana baktı. "Benim dünyamda" diye ekledim. Annem kim bilir nasıl telaşlanmıştı... Hatta belki farklı şehirde olmasına rağmen telefonlarını açmadığım için evime bile gelmişti. Polis işin içine girse bu olay büyürdü. Kim bilir nasıl korkacaklardı.
Verdiği nefesle mumun alevi titredi. Kafasını bana eğdi. Göz bebeklerinde ateşi görebiliyordum.
"Sence zaman aynı mı akıyor?"
Gözlerimi kırpıştırdım. "Ne?"
"Zaman aynı mı akıyor?" dedi tekrar aptala sorar gibi.
Aynı akmıyor mu?
"Beni aldığın gece aynı geceydi. Babil seni ormanda beklerken dolunay vardı ve benim dünyamda da öyleydi. Üstelik..." Üstelik ne? Aynı akmama ihtimali de pekala vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRAL KELEBEĞİ
General FictionBir kitap yazdığını düşün. İçindeki krallık; entrikası bol, kardeşlerin bile birbirine düşman olduğu, taht için birbirleriyle mücadele ettikleri bambaşka bir evrende. Her kitapta olduğu gibi bunda da bir baş karakter var elbette. Günü geldiğinde tah...