Ancak telefonum çaldığında kendimi ne kadar sıkmış olduğumu fark ettim. Boynum tutulmuş, dizlerim uyuşmuştu. Kafamın üstünde birleştirdiğim ellerimi çözüp oturduğum köşeden kalktım. Ne kadar süredir böyle beklediğimi bilmiyordum, sağ kolum karıncalanıyordu. Belimden gelen çatırtılar epeydir böyle olduğumu gösteriyordu.
Masadan telefonu alıp kim olduğuna bakmadan açtım.
''Kaç defadır arıyorum. Ne diye açmıyorsun? Yeni mi uyandın yoksa?''
O kadar çalmış mıydı yahu?
''Ne oldu ki?'' Vücudum o kadar ağrıyordu ki ayakta duramayacağımı anlayınca yatağa uzandım.
''Sesin neden öyle geliyor, hasta mısın yoksa? Ara tatilde gidecek misin annenlere? En son gitmeyeceğim dedin ya, bir şeyler yapalım diyorum.''
Başım inanılmaz ağrıyordu. Gözlerimi kapatıp beynime giden yükü azalttım.
''Başka işlerim var dedim ya size.''
''Söylemedin ki kızım, bu kadar gizli olan ne?''
Bir aylık şu tatilde kitabı bitirmem gerekiyordu işte. Sürpriz olmasını mı istiyordum yoksa tepkilerinden mi çekiniyordum bilmiyorum. Henüz taslağı kimseye gösterme niyetinde değildim.
Bir nefes aldım. ''Sürpriz çünkü, ben biraz uyuyacağım sonra konuşalım olur mu?''
''Yeni uyanmadın mı zaten?''
''Fazla uykudan kimseye zarar gelmez, öpüyorum seni.''
Telefonu yastığın altına sıkıştırırken yorgunluk tüm bedenimi esir aldı, uykuya direnmedim.
Ağzımda kötü bir tatla ve sırtımda müthiş bir ağrı ile gözlerimi açtığımda Güneş çoktan pencereyi terk etmişti. Saate baktım.
21.30
Nasıl bu kadar fazla uyuduğumu idrak etmek birkaç dakikamı aldı. Dün olanları hatırlamam da öyle. Kafamda kesitler halinde görünen bir yüz. Sivri bir çenenin üstünde kapanmış bir yara. Kılıç. Kağıtlar. Onlar olmuş muydu sahiden? Kendi kendime gülerek yerimden doğruldum, imkansız. Saçma bir rüya işte. Gözlerim yerdeki buruşmuş kağıtlara kayınca yüzümdeki sırıtış da silindi. Hızlıca kalkıp onları aldım, masanın üstüne koyup diğer elimle düzelttim. Bunları yere ben atmadım, o mu attı gerçekten. Yok artık! Gözlerim, rüyada veya gerçekte, o adamın oturduğu sandalyeye kaydı. Rodos. Bu isim uzun zamandır benimleydi. Aklımdaki silik görüntüsü de öyle. Benziyor muydu kafamdakine? Bilmiyorum, bilmiyorum. Sandalyeden yere kayan gözlerim beynimi bir kez daha şaşırttı. Çizilmişti. Rüya içinde rüya mıydı yoksa bu? Gözlerimi sıkıca kapatıp tekrar açtığımda silinen hiçbir şey olmadı. Nasıl gerçek olabilirdi ki? Bu kadar uzun süre aynı karakterleri yazınca kafayı mı yemiştim acaba?
Karnımdaki gurultu bu soruları sonraya bırakmam için bana yalvarır gibiydi. Yemek yedikten sonra halletmem gerektiği sonucuna varıp mutfağa girdim. Belki kendi uydurmalarımdı hepsi. Dün akşamdan kalan yemeği ısıtırken banyoda yüzüme soğuk su çarptım. Aynaya göz ucuyla bakıp yüzümü kuruladım. Kulaklarımda durmadan tekrar eden 'Rodos' kelimesini susturmadım, dinlemedim de. Çoğu zaman yaptığım gibi duymazdan geldim. Her şeye yaptığım gibi yok etmeden unutmayı diledim.
Kendimde olmadığım kesindi. Belki kitap işini halledince doktora gitmem gerekirdi.
Yemeği hızlıca mideye indirip, çok ısındığı için damağımı yakmıştı, odama döndüm. Pencereyi açıp masanın başına geçtim. Rüzgar uğultuyla usul usul içeri süzüldü. Ellerim buz gibiydi ama tam olarak kafam yanıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRAL KELEBEĞİ
Ficción GeneralBir kitap yazdığını düşün. İçindeki krallık; entrikası bol, kardeşlerin bile birbirine düşman olduğu, taht için birbirleriyle mücadele ettikleri bambaşka bir evrende. Her kitapta olduğu gibi bunda da bir baş karakter var elbette. Günü geldiğinde tah...