Omzumu tutan el gevşedi. Koştuğum için nefes nefeseydim. "Sen..." dedim Rodos'u çekiştirerek. "Gitmemiz gerek!" Yerinden kıpırdamadı. "Rodos." diye fısıldadım birkaç adım yaklaşıp. Dizlerim ağrıyordu ve kafamı vurduğum yer sızlıyordu.
Kolunu tutan elimi indirdi tek eliyle. "Gideceğiz." dedi "Kaçmana gerek yok."
Anlamayan gözlerle ona bakarken arkasında bize doğru gelen adamları görünce gözlerimi indirip kolunu tuttum. Adamlar Rodos'un yanından selam vererek geçip yan gözlerle bana baktılar.
"N'oluyor?" dedim yürümeye başlayınca yanından giderek.
"Seni almaya geldim." dedi. Gözlerini ileriye dikmişti. "Korkma kaçak sayılmazsın."
Anlamasam da kafamı sallayıp ona baktım. Merdivenleri inerken yüzünün bana yakın olan tarafı karanlıktaydı. İfadesi çok belirsizdi. Mutsuz görünüyordu ama o her zaman vardı. Kaşları çatıktı, o da hep vardı. Bunların altında yatan bir endişe sezdim. Düşmeden ona yetişmek için önüme bakarak adımlarımı hızlandırdım. Basamakları iki iki iniyordu.
"Rodos?" dedim son basamağı inerken. Sadece ses vermesi için yapmıştım ama yapmadı. Bahçeye çıkarken sarayın Halikarnas'ın söylediği gibi bomboş olduğunu gördüm. "Rodos!" dedim bağırarak. Durup bana baktı. Sakince "Ne?" dedi. Gözleri bendeydi ama aklının başka yerde olduğunu görebiliyordum. Ne diyeceğimi bilemeden baktım. "Kafam acıyor." dedim sonra. Alnıma baktı. Baş parmağını bastırdı. Acıtmasına rağmen ses çıkarmadan bekledim. "Abartma." dedi. Sırtını dönüp yürümeye devam etti. Aslan heykelinin yanından geçerken sadece bana değil, bahçeye de itinayla bakmadığını fark ettim. Sesleri duyunca omzumun üstünden dönüp duvarın arkasından göründüğü kadar baktım. Sırtı bize dönük bir kalabalık vardı. Hızlıca kafamı çevirip Rodos'un kolunu tutarak büyük adımlarına eşlik ettim. Orası Keops'un zehirlendiği yerdi. Kan kustuğu, öldüğü, Babil'in onu öldürdüğü yerdi.
Sesimi çıkarmadan Rodos'la devam ettim. Çıkış kapısındaki nöbetçilerin yanında Halikarnas gözlerini büyütüp Rodos'a baktı. Ne olup bittiğinden haberi yok gibiydi, benim gibi. Rodos ona tepki vermeden yanından geçip gitti. Ben de gözlerimi çevirip devam ettim. Halikarnas'ın şaşkınlıkla bizi izlediğinin farkındaydım. Ona anlatma sözü vermiştim ama bu şu an umurumda değildi.
Çıkışın yukarısında, ileride duran ata binmeden önce beni yeni fark etmiş gibi durup baktı. Dalgın duruyordu. Sarayda ne olup bittiğini merak ettim ama sormaya cesaret edemedim.
"Gel." dedi tutmam için elini uzatırken. Ondan destek alıp bindim. Önüme oturup "Deh!" diye bağırınca hayvan koşarak nöbetçilerin önünden geçti. Halikarnas'ın içeri gittiğimi görüyordum. Dengemi sağlamak için ellerim Rodos'un içinde bıçak olan kemerindeydi.
Kafamı kaldırmadan yolun bitmesini bekleyerek öylece durdum. Hava aydınlanıyordu. Dünyada olsam bu saatlerde yazıyor olurdum. Burada her gün ayrı bir şey yaşıyordum. Zaman kavramını bile öneminin kalmadığını fark ettim. Hiçbir yere koşturmadan olaylar beni nereye itiyorsa oraya gidiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRAL KELEBEĞİ
General FictionBir kitap yazdığını düşün. İçindeki krallık; entrikası bol, kardeşlerin bile birbirine düşman olduğu, taht için birbirleriyle mücadele ettikleri bambaşka bir evrende. Her kitapta olduğu gibi bunda da bir baş karakter var elbette. Günü geldiğinde tah...