BÜYÜLEYİCİ
Tapınağın dışında bir büfede durduk ve Sasuke minte nasi bungkus -fast food tarzı yanımıza alabileceğimiz bir yemek-sipariş etti. Sonra peşine takıldım ve zümrüt yeşili bir çimenliğe oturduk. Borobudur manzarası eşliğinde yemek yemek harika olacaktı.
Sasuke ağızları lastikle bağlı naylon poşetleri ve kahverengi kâğıda sarılı bir paketi yere bıraktı. Bunları tek tek açarken ne yiyeceğimizi açıklamaya girişti. Ayam goring (kızarmış tavuk), gulai (Hindistan cevizli köri) ve yeşil muz yaprakları üzerinde yapışkan pilav.
Fazladan aldığı muz yapraklarından bana ve kendisine birer tabak yaptı.
“Ve tempe,” dedi bana soya fasulyesinden bir kek uzatarak. “Sambal ister misin?”
Tıpkı benim hiç hoşlanmadığım salsa sosa benziyordu. Yine de evet dedim ve Sasuke bunu tempe min üzerine döktü.
Sağ ellerimizi kaşık gibi kullanarak sessizce yedik. Sıra tatlıya geldiğinde Sasuke taze bir Hindistan cevizinin tepesindeki delikten çıkan pipeti dudaklarıma götürdü. “Hadi, iç,” dedi. “Çok tatlıdır.”
Hindistan cevizini bana verince bırakacağını sanmıştım ama bunu yapmayınca ellerim onunkilerin üzerinde, içmeye başladım. Sütlü sıvı, çeneme bulaşmıştı.
Sasuke bunu sildi. “Şeker gibi, değil mi?”
“Evet,” dedim ve iç çekerek çimenlere uzandım. Hafifçe başım dönüyordu ama karnım doymuştu ve mutluydum.
Sasuke de aynısını yaptı ve ellerini kafasının altında birleştirdi. Tepemizde uçan kuşları izlemeye başladım. Öküzlerin çektiğin arabaların gıcırtılı sesleri ve rüzgârda salınan palmiye ağaçlarının hışırtısı geliyordu.
Birden gözlerinin tenimi yaktığını hissettim ve başımı çevirip ona baktım. “Selam.”
“Selam,” diye karşılık verirken dudaklarında tuhaf bir gülümseme uçuştu.
Heyecandan midem kasıldı.
Sonra gülümsemesi kayboldu; gözlerini kırpıştırarak doğruldu ve parmaklarını saçlarının arasına daldırdı.
Aklından geçenleri merak ederek ben de doğruldum.
“Sate küda nın ne olduğunu biliyor musun?” dedi.
“Hayır. Nedir?”
“At eti.”
Yüzümü buruşturdum. “At mı? Ciddi misin?”
Yalandan bir kahkaha attı. “Hoşuna gitmeyeceğini biliyordum. Onun için sipariş etmedim.”
“Teşekkürler.” Hâlâ neden öyle aniden doğrulduğunu merak ederek nemli toprağa dokundum.
“içecek bir şeyler ister misin?” diye sordu. “Es jeruk. Buzlu portakal. Benim favorim.”
“Portakallı şeylere ben de bayılırım.”
Gazozun tadı portakallı dondurmaya benziyordu. Bana Naruto'yu ve evi hatırlatmıştı. Birden kendimi tuhaf hissettim.
“Bir resmimi çeksene, Sasuke. Arkadaşlarıma göstermek için.” Son günlerde onları hiç düşünmediğim için suçluluk duygusuna kapılmıştım.
Ona makineyi verip portakallı gazozdan kocaman bir yudum aldım. “Motosikletle tapınak da çıksın. A, bir de yemekler!”
Heyecanım Sasuke'yi neşelendirmişti.
Biraz önceki tuhaflığını unutmuşçasına gülümsedi.
Bir, iki, üç. Klik.
Pesantrerim kapısının dışında Sasuke kontağı kapadı ve motorun gürültüsü sustu. Ama kulaklarım hâlâ çınlıyordu. “Eee, motosiklete binmek hoşuna gitti mi?”
Kollarımı belinden çekmemiştim. Bu sefer onu kolay kolay bırakmaya niyetim yoktu. “Dalga sörfii yapmak gibiydi,” dedim yanağımı sırtına bastırarak.
“Dalga sörfü ne?”
“Ah, sörfe benziyor. Çocukken pek meraklıydım.”
“Dur.” Sasuke motordan inip bacağını tekerleğe dayadı ve yüzüme baktı.
Sırıtarak ona doğru eğildim. Bekçi kulübesinin arkasında birbirimize bu kadar yakın durmaya nasıl cesaret ediyorduk, bilmiyorum.
“Eskiden sürekli dalga sörfü yapardım,” diye devam ettim.
Bana daha yakınlaşmak ister gibi bakıyordu.
“Eskiden?”
Sırf kendimi oyalamak için kaskımın kayışını çözmeye başladım. “Evet, bir arkadaşımla. Ama artık yapmıyorum.”
Kayışın tokasını açamadığımı görünce, “Bana bırak,” dedi. Parmaklarını boynumda, nefesini yüzümde hissedebiliyordum. “Ayağa kalksan daha kolay olur.”
Elini uzatıp beni motosikletten indirdi.
Sonra yine yüz yüze geldik.
Tokayı görebilmek için iyice yaklaştı.
“Tamam! Artık özgürsün!” Kaskı kafamdan çıkardığında saçlarım omuzlarıma döküldü. İşi bitmesine rağmen geri çekilmemişti. “Demek artık dalga sörfü yapmıyorsun?” “Hı-hı.”
“Bunun annenle bir ilgisi var mı?”
“Başka bir gün,” dedim. Sasuke bana şefkatle baktıktan sonra parmağını elimde dolaştırdığında tüm vücudum ürperdi. Sanki uzun zamandır bunu yapmayı bekliyormuşum gibi kafamı göğsüne koydum. Geçmişten söz etmek istemiyordum. Tek isteğim ona yaslanmak ve teninin kokusunu içine çekmekti. Tuz, Hindistan cevizi ve kıyafetlerine sinen hafif sigara kokusunu.
“Teşekkürler, Sasuke,” diye fısıldadım. “Büyüleyici bir sabahtı.”
Saçlarını karıştırdı. “Büyüleyici?”
“Kusursuzdu. İnanılmazdı. Bugünü hatırlamak için fotoğraflara ihtiyacım olmayacak.”
Beni kendinden uzaklaştırıp çenemi kaldırdı ve yüzüme baktı. Sonra gamzesini göstererek gülümsedi.
Pesantrerin kapısının diğer tarafından gülüşmeler ve sesler geliyordu.
Gerçek hayatın sesleri. Gerçi bu da gerçekti ama nedense kendimi harika bir rüyada hissediyordum.
“Bir dakika,” dedim. “Sana bir şey vereceğim.” Çantamdan sabah aldığım altın rengi, minik tapınak heykelini çıkardım ve Sasuke'nin avucuna koydum. “Biliyorum, dandik bir şey ama beni hatırlatsın istiyorum.”
“Ole-ole, hayır, değil.” Boş boş bakınca açıkladı. “Yabancılar buraya geldiğinde kendi ülkelerinden hediyeler getirir. İlk kez Endonezya’ya ait bir hediye alıyorum.” Gülerek minik tapınağa baktı.
“Eğer istemiyorsan,” diye dalga geçtim bunu elinden kapıp. Kolumu tutup tapınağı zorla aldı ve cebine attı. Sonra beni tekrar kendine çekti.
Elini kafamın arkasına koyunca kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissettim.
“Bugünü ben de hep hatırlayacağım,” dedi usulca. “Özellikle de bu turist kandırmacası tapınaktan sonra.”
“Yaaa!” Onu hafifçe yumrukladım.
Kokusunu içine çekerek yaşadıklarımızı tekrar gözlerimin önünden geçirdim. Rengârenk manzaraları, tapınağı, onca trafiğe rağmen uçarcasına buraya dönüşümüzü. Sanki motosikleti melekler taşımıştı.
Ve bu anı.
Birbirimize baktık. Artık gülmüyorduk.
Yüzü aniden ciddileşti. “Mümkünse şimdi babanla tanışmak istiyorum.”(İsteyecek Sakura'yı bence)
***
Bölüm Sonu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OKYANUS
Teen FictionKitap benim kurgum değildir. Sadece uyarladım. SasuSaku kitabıdır.