•23•

95 10 3
                                    

Mülteci kamplarını gösteren bazı filmler izlemiştim ama hiçbiri böyle değildi.

Jeumpa ağacından sonra yüzlerce kanvas çadırın olduğu bir yere geldik. Düzinelerce hektarlık bir düzlüğe kurulmuşlardı.

Tsunaminin üzerinden altı ay geçmesine rağmen insanların hâlâ çadırlarda yaşadığına inanamıyordum.

Sasuke, Siti ve Azmi kampın gerisindeki inşaat alanlarını göstererek bana çeşitli hikâyeler anlattı. Bu sırada traktörler çamurları temizliyor, yoldan dev kütükler yüklü kamyonlar geçiyordu. Havayı testere ve çekiçlerin gürültüsü sarmıştı.

Sasuke hayretle etrafına bakındı. "Amma farklı. Yogyakarta'ya gittiğimden günden beri çok değişmiş. O zaman inşaat çalışmaları bile başlamamıştı." İki tarafımızdaki çadırların arasından geçerken bunların pek azının bir ailenin yaşamasına yetecek büyüklükte olduğunu fark ettim. Çocuklar dışarıda oynuyordu.

Sıska bir oğlan boynuna ip bağladığı keçiyi gezdiriyordu.

Tavuk gıdaklamaları duydum ve büyük çadırların yanındaki kümesleri fark ettim. Bunların yanında bir sürü kumru kafesi vardı.

"Bazı kuşların sesi güzeldir ve yarışmalara girerler," dedi Sasuke. "Ben küçükken annemin de kumruları vardı. Onlara yarışmaları kazanan kumrulara doldurtulan kasetlerden alıp dinletirdi.

Bizde bir masal vardır. Onda şöyle der: Bir adamın adam sayılması için bir evi, karısı, atı, keris, yani hançeri ve güzel öten bir kumrusu olmalıdır." Sokağı işaret etti. "Eskiden şurada bir kuş pazarı vardı. Acaba hâlâ duruyor mu?"

Pis kafeslerle gürültücü kuşlara baktım ve birden kafamda bir şimşek çaktı. Kuş gribi. İno beni bu konuda uyarmıştı ve şimdi tam yerindeydim. Sasuke'ye endişemden söz edince kafasını salladı. "Tamam, kuş pazarına gitmeyelim."

"İyi olur," dedim.

Birden yüz ifadesi gerginleşmişti. "Sorun ne?" diye sordum.

"Artık babamı sormaya başlamalıyız," dedi sessizce.

"Azmi'yle Siti de yardım edecek mi?" diye fısıldadım.

"Evet ama onlar babamın hayatta olduğuyla ilgili bir şey duymamış."

"Hemen pes etmeyeceksin, değil mi? Eee, nereden başlıyoruz?"

"Babamın adı, Fugaku. Sasuke'nin babası, Fugaku diye soracaksın." Ellerim terlemeye başlamıştı. Onun için endişeleniyordum.

"Tamam," dedim. "STÖ'lerin çadırları şurada."

"STÖ?"

"Sivil toplum örgütleri. Amelia'yla Mac de oradadır." İlk çadır büyük ve parlak sarıydı. Sasuke içeri girince onu takip ettim. Açık mavi bir sariyle siyah pantolon giyen bir kadın küçük bir masanın arkasında oturuyordu. Bize içtenlikle gülümsedi ve Sasuke ona Aceh dilinde bir şey sordu. İçeride bir sürü insan vardı ama sandalyelerde oturmak yerine dizlerinin üzerine çökmüşlerdi. Bir kadın, bebeğine meme veriyordu, bir adam kanayan eline bir kumaş parçası sarmıştı, bir iki ufaklık etrafı sersem bakışlarla süzüyordu. Kusacak gibi bir hâlleri vardı. Anneleri ortalığı velveleye vermekle meşguldü. Belli ki burası bir ilkyardım çadırıydı.

Sonra tanıdık bir yüz gördüm. "Hey, Sakura! Selam, Sasuke. Burada ne yapıyorsunuz?"

"Amelia," dedim rahatlayarak. Evet, biraz meraklıydı ama belki bize yardım edebilirdi.

"Hayrola? Yoksa hasta mı oldunuz?"

Sasuke'ye baktım. O hâlâ masadaki kadınla konuşuyordu. Kadın önündeki evrakları karıştırmaya başlamıştı bile. Sasuke endişeli gözlerini ona dikmişti.

OKYANUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin