"Ne bileyim işte dayanamadım affettim. Seviyorum onu be kardeşim. Sen gidince hep destek oldu bana. O aralar babam batmıştı biliyorsun, maddi olarak bile yardım etti."
Oysa benim yardımımı istememiştin Kook...
"Her gün nerdeyse tüm masraflarımı o karşıladı. Babamın toparlanmasına yardım etti."
Artık toparladığım bedenime güzel kıyafetler giyerken dinliyordum en yakın arkadaşımı.
"Öyle güzel bakıyor ki gözlerime Tae... Aşık olmadan duramıyorum ona. Her gün yeniden seviyor gibiyim. Her gün daha da kapılıyor gibiyim. Hiç kimse onun kadar mutlu edemiyor beni."
Ben bile mi Kook?"
"Hiç kimsenin yanında onunla olduğum kadar huzurlu değilim."
Benimle bile mi? Tüm suçlarına ortak olan en yakın arkadaşınla bile mi? Görünen o ki evet.
"Aldatmamıştır hem o. Seviyor beni hatta aşık. Hissediyorum bunu. En derinlerimden hissediyorum."
"Seviyor tabi ya."
"Sen neden almadın hala hayatına birini? Seni tanıdım tanıyalı kimse yok hayatında nerdeyse. Flört edip bırakıyorsun. Artık ben de en yakın arkadaşımın nikahında şahit olmak istiyorum."
Gerçekten istiyorsun bunu değil mi Kook? Biriyle evlenip gitmemi her şeyden çok istiyorsun değil mi?
"Kariyer odaklıyım şu an için. Gucci ve Chanel'in yüzü olmak için uğraşıyorum. Hem, karşıma öyle birisi de...çıkmadı."
Sana aşığım demek istesem de diyemedim. Yapamadım. Onun yerine makyaj ile yüzümdeki hüznü kapattım. Güzel kıyafetler ile acımı örttüm. Güldüm en yakın arkadaşıma. Onun uğruna kaza yapmış en yakın arkadaşını sadece bir kere ziyaret etmiş biricik Kookie'me. Artık eski Kook olmayan Kookie'me.
Aşağı indik sonra. Koltuğa yayılmış havalı bir şekilde uzanan Yoongi'nin yanına.
"Yoongi Hyung! Yeom'u bir akşam yemeğine çıkarayım diyorum sen iyi bir mekan baksana. Lütfen!"
Eskiden konuşacak bir sürü konu varken şimdi sadece Yeom'u konuşuyorduk.
"Seni piç! O tariften zerre hoşlanmıyorum ve bir de sana mekan mı bakacağım? Siktir git."
Yoongi, Kook'a daha yakın olsa da bu huyunu seviyorum. Kook surat asıp bana baktı. Benden isteyecekti. Kendisi böyle konularda beceriksiz olduğundan mutlaka başkalarından yardım alırdı.
"Taetae~"
"Kook."
"Taetae, sen bakar mısın bana mekan?"
Evet desem ayrı, hayır desem ayrı dert.
"Lütfen..."
"Çekime gideceğim şimdi. Menajerime söylerim bakar şöyle güzel bir yer. Ayırttırır senin adına bir masa. Tamam mı küçük tavşan?"
"Uygun bir yer seç ama."
"Ben hallederim merak etme sen."
Bazen kendimi salak gibi hissediyorum. Sanki Kook beni artık böyle konular için kullanıyor gibi de hissediyorum. Belki de sadece saçmalıyorum.
Mutfağa geçip kendime taze sıkılmış portakal suyunu doldururken birinin beni izlediğini hissettim. Kokuya bakılacak olursa Kook'tu ama fark etmemiş gibi yapmayı tercih ettim. Oraya geçmiş beni izliyor olması bir an için evli gibi hissettirdi. Beni işe uğurlayıp ardından kendisi çıkacak gibi.
Portakal suyunun yanına aldığım birkaç ceviz parçasını ağzıma attığımda onun varlığının git gide bana daha da yaklaştığını hissediyorum. Ağırlaşan kokusundan anlıyordum bunu yoksa kendisini gizleme konusunda o bir ustaydı.
Fark etmemiş gibi yapmaya devam ettim. Tam arkama yaklaştı. Orda durdu, ben bardağı elime alıp dönene kadar kımıldamadı.
Onu fark etmediğimi düşündüğü için çarpışma, burun buruna gelme ihtimali ile dönmüştüm arkama. Elimdeki bardak yeri boylarken Kook'a çarpmış, onunla burun buruna gelmiştim. Çarpmamın etkisi olarak duvarla aramda kalmıştı. Çocukluğumuzdan sonra ilk defa bu kadar yakınlaşmış olmanın heyecanı sardı anında tüm bedenimi. Nefesi yüzümü okşadı. Birkaç saniye de olsa dudakları dudaklarıma belli belirsiz sürtündü.
Kalbim şimdi yerinden çıkacak gibi atıyorken o, bu atışın korktuğum için olduğunu düşündü. Oysa ben sana böylesine yakın olduğum için kendimi kutsanmış hissettim Jungkook.
Gözlerime baktı gülerek. O güldü diye güldüm. Şaka da olsa elleri ile yüzümü tuttu sanki öpecek gibi. O an istedim dudaklarına yapışmayı. Her şeyi bırakıp, olacaklara göz yumup onu orda öpmek istedim.
"Küçük kaplan Tae, tavşanından korktu mu?"
"Hey! Ben küçük değilim. Küçük olan sensin."
Tamamen arkadaşça daha da çok yaklaştı. Tıpkı çocukken olduğu gibi... Ne zaman beni ikna etmeye kalksa böyle yaklaşırdı.
Heyecandan buz tuttu ellerim. Kalbim nasıl çırpınıyor bir duysan Kook...
"Tavşanlar, kaplanlardan daha büyüktür Taetae!"
Evlisin Jungkook, bana böyle yaklaşma onu seviyorsun diyemedim. Teslim oldum o birkaç kutsal dakikaya.
"Kaplanlar her zaman daha büyüktür Kookie."
Çocukken beni öperdi Kook çünkü hiç kabul etmezdim onun bu inatlaşmalarını. Beni öpsün diye yapardım o zaman da. Şimdi yine uzatsam öper miydi beni?
"Kaplanlar küçücüktür. Sen de küçücüksün. Ben tavşanım ve büyüğüm!"
"Küçük olan sensin. Kaplanlar hep büyüktür. Ben de büyüğüm."
Üzerime yürüdü. Refleks olarak ellerimi beline koydum ama hiç laf etmedi. Daha da yaklaştı. Kabul ettirmek için çabaladı. Elleri ile başımı tatlı bir şekilde sıkıştırdı. Sanki tuttuğu başım değil de kalbimdi. Yüreğim tıpkı öyle sıkıştı.
"Ben küçük değilim! Kocamanım ben."
"Küçücük bir tavşansın. Bak o kadar küçüksün ki göremiyorum bile."
Bu halimize daha fazla dayanamıyordum. Yüreğim böylesine çırpınırken daha fazlasını kaldıramıyordu.
"Ama benden korktun az önce Taetae! Hiç yalan söyleme. Büyük olmasam korkmazdın."
O sırada ayağımız kaydı. Daha az önce döktüğün portakal suyunda kayıp düştük. Ben sırt üstü düştüm, Kook üzerime düştü. Bu esnada birbirine değdi dudaklarımız. Birbirimize baktık sanki ilkmiş gibi. Öyle derin baktı ki gözlerime korktum. Ürkek bir tavşandı o. Kalbi fazla hızlı atarsa kaçar giderdi. Kaçıp gitmesinden korktum.
Benim başımı döndüren bu temas, onu güldürdü. Düştüğümüz için üzerimde kahkaha atıp birkaç saniye sonra kendini yanıma attı.
"Tıpkı çocukluğumuzdaki gibi."
Gülerken söyledi ama neyi kast etmişti? O kısa süren öpücüğü mü yoksa bu didişmeleri mi?