❧ 1 : all you have to do

621 81 334
                                    

Eğer bir insana vazgeçilmez olduğunuzu gösterirseniz, ilk vazgeçtiği kişi siz olursunuz.

Bu sözün üzerine çok fazla düşünmüştüm, her zaman. Sürekli aklımda dönüp dururdu. Kimseye vazgeçilmez olduğumu göstermemiştim sanırım, hm? Vazgeçen biri de olmazdı, sanırım.

Hayatımda en fazla on kişi vardı, hangisine güvenip güvenmediğimi ya da hangisiyle daha yakın olduğumu bilmiyordum. On kişi bile kalabalıktı bana göre. Bulunduğum evde ve her saniye yaşadığım gerginliğin üzerine bu kalabalık beni yoruyordu.

Şansım olsaydı tek başıma, ya da biriyle bir yolculuğa çıkmak isterdim. Sürekli gezer, yol kenarlarında uyuyakalırdık. Sadece ikimiz olurduk, ailemiz ya da kalabalık insan grupları olmazdı. Kafa da dinlemiş olurduk, mutlu olmamız bu kadar basit olurdu işte.

Yatağımda bağdaş kurmuş otururken kapımın çalması ve başını uzatan Bayan Choi'yi görmem eş zamanlı olarak gerçekleşti. Elimdeki mavi tükenmez kalemin kapağını kapatıp ona çevirdim başımı. Beni severdi. Okuduğum kitapların kenarlarına köşelerine çizdiğim şekilleri ve yazdığım yazıları çok severdi. 

''Yarın sabah misafir gelecekmiş, hazırlıklı olmanızı söyledi anneniz.'' Büyük ihtimalle geçen gün gördüğüm kişiler taşınmıştı yan eve. Pek dikkat etmemiştim zaten. Başımı salladım gülümseyerek. Bana selam verip odamdan çıktığında gülümseyen yüzüm asıldı bir anda. Ben kimdim tam olarak?

Annesinden, ailesinden emir alıp monoton bir şekilde yaşayan bir kız mıydım? Yoksa kendimi kitaplara gömüp gün içinde ailesiyle hiçbir diyaloğa girmeyip onlardan kaçan kız mı? Kendimi bilmiyordum. Aynaya baktığımda bile hep yabancıymış gibiydim, kendimi Lena olarak göremiyordum. İstediğim Lena bu değildi.

İstediğim Lena kırmızı, çiçekli tişörtler giyen, çikolata kahvesi saçlarını sürekli açık bırakıp güneşte parlamasıyla mutlu olan insandı. Yatağındaki ayıcıklara sarılarak uyuyan ve bununla bile mutlu olan insandı. Gerçek Lena buydu ama ben bu değildim. Kendimi ve benliğimi bulamamış, bulmaya fırsatım olmamıştı. 

Saçlarımı geriye atarak duruşumu dikleştirdim ve ardından kalemi hemen yanımdaki komodinin üzerine koydum. Kitabımı kapatmadan hemen önce sayfanın üzerindeki kelimeleri okudum içimden.

Lady Diana, insan hayatına yön veren o kelimeleri söyledi: ''Çağımızın en büyük hastalığı sevgisizlik.'' 

Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım ve kitabımı kapatıp ayağa kalktım. Yatağımın birkaç adım uzağındaki masama koydum kitabı. Saatlerdir oturduğum için sırtım ve diz kapaklarım ağrımıştı. Üzerimi düzelttim ve alt kata inmek için merdivenlerden inmeye başladım. Televizyon açık değildi. Merdivenin hemen karşısında kalan büyük yemek masasında annem ve babam vardı, önlerinde belgeler açıktı ve birkaç şey karalayıp çiziyorlardı.

Onlara bir şey demeden yanlarından geçtim ve koltuğa ilerlemeye başladım ancak babamın sert sesi durmama yetti. "Lena, buraya gel."

Az önceki gibi, ayaklarımı sürte sürte yemek masasına ilerledim ve annemin karşısındaki boş sandalyeye oturdum. Elindeki kalemi bıraktı ve sandalyesini hafifçe bana çevirip yüzüme baktı.

İşte bundan korkuyordum. Bu yüz ifadesini biliyordum ve neler diyeceğini de az çok tahmin ediyordum. Üzüldüğüm şey ise annemin benim için bir şey yapmamasıydı.

"Okul bitiyor." diyerek derin bir nefes aldı. Yaz tatiline çok kısa bir süre kalmıştı ve bana biçilen notları almak için çok çalışmıştım, sorun notlarım olamazdı.
"Yaz tatilinde şirkete gelecek ve birkaç şeyi öğreneceksin. Şimdiden geleceğe hazırlanman lazım."

PASSENGERSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin