❧ 17 : between peaceful arms

240 51 99
                                    

Eğer şimdi ölürsem çok genç olduğumu söyleyeceklerdi ancak düşüncelerimde boğulmuştum bile. 

Donghyuck birkaç hafta önce beni kendi dünyamdan kurtaran kişiyken şimdi tekrar oraya itmişti beni. Elimi uzatmıştım ama tutmamıştı, düştüğüm için de üstüm başım toz toprak olmuştu ama umursamamıştı. Kendine zaman ayırmak istiyordu. Onu yadırgamıyordum, kendisiyle de ilgilenmesi lazımdı ama aramız böyleyken zor olacaktı, biliyordum. Sadece ona ihtiyacım vardı ve bunu ona söyleyemiyordum.

Her yer karanlıktı, Donghyuck uyanmasın diye odanın ışığını açmamıştım ama karanlıktan korkuyordum da, koltuğa oturup camın önüne geçmiş ve perdeyi aralayıp dışarıyı izlemeye başlamıştım. Dışarısı da karanlıktı ancak birkaç sokak lambası bana eşlik ediyordu. Yüzümü avucuma yaslamış dışarıyı izliyordum. Donghyuck ise uyuyordu. Moralim hiç olmadığı kadar bozuktu ve sıkışmış gibiydim, hislerimi anlamlandıramıyordum. Eğer hislerim bir kutunun içinde olsaydı ve onları gruplandıracak olsaydım yine yapamazdım çünkü neyi nereye koyacağımı bilmiyordum.

Oturduğum koltuktan doğrulup camın önünden ayrıldım ve araladığım perdeyi kapattım. Donghyuck yatağın sol tarafına yatmıştı ve sırtı bana dönüktü, ince örtüyü de beline kadar çekmişti, saçları dağılmış ve yastığa dökülmüştü. Birkaç dakika daha sessizce oturdum koltukta, gözlerim acıyordu ama uykusuzluktan değildi, sabahtan beri ağladığım içindi belki. Buraya gelirken de tek bir kelime etmemiş ve sorduğum soruları ya geçiştirmiş ya da yanıtsız bırakmıştı. Kısacası benimle iletişim kurmamıştı ve ben yüzünü bile görememiştim akşamdan beri. Geldiğimizde duşa girip aşağı inmişti, nereye gittiğini bilmiyordum bu yüzden de odada oturmuştum öylece.

O böyle davrandıkça ailem aklıma gelmeye başlıyordu. Eğer beni özlemişlerse ve merak etmişlerse şimdiden her yerde aranıyor olurduk ama belki, belki de özgür olmamı istemişlerdi. Reşit olduğum için yanlarında kalma gibi bir zorunluluğum yoktu ancak Donghyuck benimle konuşmadıkça acaba benden nefret mi etmeye başladı gibi şeyler düşünüyordum istemsizce. Bu yüzden de ona sadece bir yükmüşüm gibi geliyordu. Ben olmasaydım şimdiden abisinin yanına gidebilir ve rahatça yaşayabilirdi.

Gözlerimi parmaklarımdan ayırıp ayağa kalkarken Donghyuck'ta hâlâ hareket olmadığını gördüm, zaten uykusu vardı ve uyanmazdı. Yatağın en ucundaki bavula ilerleyip içinden çamaşırlarımı ve gri bir eşofman takımı çıkarıp banyoya girdim sessizce. Suyu açıp küveti doldururken fayansları inceliyordum sadece. Donghyuck'la böylesine yakın olup da uzak olmak asla aklımın ucundan geçmemişti. Nasıl uzaklaşabilirdim ki ondan? Her şey tam tersine dönmüştü işte. Benim yüzümdendi, asla anlayamadığım duygularım yüzündendi. Ona sadece arkadaş gözüyle bakmadığım açıktı ama ilerisinin ismini bilmiyordum. 

Yarım saat içinde köpüklenip çıkarken saçlarımı kurutmak yerine havluyla suyunu aldım ve üzerimi giyindim. Küvetteki su giderken aynanın karşısına geçip parmaklarımla saçlarımı taradım ve havluyu asıp çıkardığım kıyafetleri kirli sepetine attım. Kapıyı sessizce kapatıp parke zemine bastığımda Donghyuck'un bu sefer yatağın ortasında yattığını fark etmiştim. Onun bu haline gülümserken kapıyı kilitledim ve banyonun ışığını da kapatıp yatağın sağ tarafına, ondan en uzak kısma uzandım. Bedenimi ona dönüp ellerimi çenemin altında birleştirdim. 

''Donghyuck...'' Fısıldayarak konuştuğumda yüzünü izliyordum, burnunun ucu hafifçe kızarmıştı bile. Uyanmadı ya da en ufak bir tepki vermedi, dudaklarımı ıslatıp fısıldamaya devam ettim. 

''Biliyorum, gerçekten çok büyük bir öküzlük yaptım ama... Beni anlayacağını biliyorum.'' O beni duymadığı halde onunla konuşmak belki de saçmalıktı ama akşamdan beri sesini duymamıştım, en azından rahatlatıyordu. ''Ben kendimi anlayamıyorum ki sana karşı hissettiklerimi anlayayım, değil mi? Benim için bir arkadaş değilsin ama ne diye adlandıracağımı bilmiyorum.''

PASSENGERSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin