❧ 8 : to make dreams real

277 56 190
                                    

Gerginlikten bayılmama ramak kalmıştı.

Donghyuck bacaklarım üşümesin diye yukarı çıkıp eşofman getirmeyi teklif etse de böyle rahat olduğumu söylediğimde örtü almaya gitmişti. Ev gerçekten de kocamandı. Bizim evin aynısı olsa da bu evi farklı kılan bir şeyler vardı. Özgürlük mesela, mutluluk. Ben geniş salonun ortasındaki koltuğa otururken tırnaklarımla oynuyor ve etrafı inceliyordum. Cidden bu delilikti. Bunun için başka hiçbir kelime bulamıyordum, gerçekten de delilikti.

Donghyuck sonunda merdivenlerden ikişer ikişer inerken yere çarpan terliğinin sesi ile arkama döndüm. Elindeki küçük mavi battaniyeyi bana uzattığında teşekkür ettim ve bacaklarıma örttüm. O da benden biraz uzağa oturmuş ve bana dönmüş, sol bacağını altına alıp sağ bacağını sarkıtmıștı. Kahve saçları hafifçe dağılmıştı. "Üşüyor musun?" diye sordu biraz çekingen bir tavırla. Yazın ortasında olmamız dışında pek bir sorun yoktu.

"Hayır, neden?"

"Örtü verirdim ya da tişörtlerimden birini giyerdin, her neyse." Gülümsediğinde ben de kendimi zorlayarak gülümsedim ve başımı salladım. İkimiz de etrafı inceliyorduk. Bir anda gelip beni kurtarmış olsa da şu an yapacak hiçbir şey yoktu.

"Şey ister misin--" Ani bir hararetle konuşup aynı şekilde sustuğunda başımı ona çevirdim. Dudaklarını birbirine bastırdı ve gözlerini mutfağa çevirdi. "Kurabiye yapıp film izlemek güzel olabilir." En sonunda konuştuğunda sadece başımı sallamakla yetindim çünkü itiraz edersem elime bir şey geçmeyecekti ve üstüne de kalbini kıracaktım. Bu istediğim en son şey bile değildi, aklımın ucundan bile geçiremezdim.

En sonunda ikimiz de kurabiye yapmak için mutfağa geçtiğimizde malzemeleri söyleyen ben, bana getiren de o olmuştu. ''Çikolatalı güzel olabilir.'' diye konuştuğunda başımı salladım. ''Tamam, kakaoyu da getirmelisin o zaman.'' Kurabiyeyi seviyor olmalıydı. Tüm malzemeleri koyup bir hamur yapmış ve garip şekiller verip tepsiye dizmiştik. Donghyuck kurabiye yapmak için gereğinden fazla heyecanlı gibiydi, bunu asla ama asla anlamlandıramıyordum. ''Daha önce hiç kurabiye yaptın mı?'' O tepsiyi fırına koyarken ayarlarını yapıp sandalyelerden birine oturmuştum. O ise bana bakmış ve fırının kapağını kapatmıştı.

Gülümsüyordu ancak sahte olduğu çok belliydi. ''Hayır.''

''Annenle bile mi?''

''Hayır.'' Tekrar iki yana salladı başını beni ikinci kez reddederek. Ben de üstelemedim ama garip gelmişti. Ben bile annemle kurabiye yapmışken onun yapmaması garipti, her çocuk yapardı oysaki. Bize geldikleri gün de öyleydi, annesine bakmamıştı bile. Araları iyi olmayabilirdi ancak dışarıdan bakınca her şey güzel gözüküyordu. Dıştan bakan kimse hiçbir şey fark etmezdi. Belki de her şeyin sırrı budur.

''Pişene kadar film seçelim mi?'' Saat 6'ya geliyordu ve hava bir saate kalmaz kararırdı. Şu anlık düşünmemelisin, aynen öyle. Donghyuck'a yanıt olarak sadece başımı salladım ve mutfaktan çıktık peş peşe. Ben az önceki yerime otururken o da karşımda kalan televizyon sehpasının alt çekmecesini açmış ve bir kutu getirmişti. Sol tarafıma oturup kutuyu aramıza koymuştu. ''Seç.''

''Sen seç.''

''Sen misafirsin.'' Gülerek konuştuğunda yüzüne baktım bir saniyeliğine. Gülen yüzü beni de gülümsetirken kutuyu karıştırdım. ''Çizgi film.'' diyerek bulduğum cd'yi kaldırdım ve ona gösterdim. Başını salladı ve kutuyu yerine koymaya gitti. Başkası olsa bu yaşta ne çizgi filmi der laf ederdi ancak Hyuck öyle değildi. Onun yanında rahat hissetmemin sebebi de buydu belki, konuşmasa da hareketleri bile güven veriyordu. Parlak kahve gözleri bile içimin huzurla dolmasını sağlıyordu ve bu güzeldi.

PASSENGERSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin