❧ 23 : fear

152 26 14
                                    

Sanırım sevilmemiştim.

Gerçek anlamda, gerçekten ama gerçekten sevilmemiştim çünkü bunu hissetmemiştim. İçimde bir soğukluk vardı ve bu asla geçmiyordu. Ama geçmesi gerekmez miydi? Onlar benim ailem değil miydi? Onlara karşı kin besleyemezdim.

Yanılmışım.

Böyle bir hayatı yaşatabilecek fırsatları olmasına rağmen yapmamışlardı. Belki de istememişlerdi. Belki de beni istememişlerdi, fazlalık olarak görmüşlerdi. Onlar beni fazlalık olarak görse de ben kendimi böyle göremezdim, bunu da yapamadım. Nereye gidersem gideyim fazlalıktım herkese, kim beni severdi ki? Kim bana değer verirdi?

Bu sefer tekrar yanıldım ve gerçekleri gördüm. Gerçekler ortadaydı, karşımdaydı ama ben kendime yediremedim bunu. Ailemden olmayan biri nasıl beni sevmişti, nasıl benden ayrı kalamazdı? Ailen dışında herkes gelip geçicidir, derlerdi. Ailem bile kalıcı değildi, olmamıştı. Ve ben sevgiyi, değeri, mutluluğu bir başkasında bulmuştum. Tanışalı çok da uzun olmayan birinde bulmuştum, bu kadar sürede kim birbirini tanıyabilirdi ki? Kim karşısındakini her ayrıntısına kadar ezberleyebilirdi?

Bendim. Bunu yapan bendim, belki Donghyuck'tu. İlk aşkım olan ve beni mutlu etmeyi her şekilde başaran, kabuslarımdan uyandıran ve kucaklayan Donghyuck'tu. Önceden herkesin bana olan davranışlarını, sahte sevgilerini sorgulardım ama artık yapmıyordum. Yapamıyordum çünkü gerçek aşkı ve sevgiyi, bunların nasıl bir şey olduğunu biliyordum. Bundan daha önemlisi yoktu çünkü insanı ayakta tutan hayalleri ve hayallerindeki duygulardı. Duyguları bana öğreten oydu.

Her şeyin bir film şeridi gibi önümden geçtiği sıcak bir öğlen arasında gözlerim kapalıydı ve camdan yatağa düşen güneş ışıklarını hissediyordum. Perdeyi kapatmaya üşeniyordum ve gözlerimi açtığım anda acımaya başlıyorlardı. Ben öylece uzanırken odanın kapısı sertçe açıldı ve içeri bağırarak giren Donghyuck gülümsememi sağladı.

''TÜNAYDIN UYKUCU, ARTIK KALKMALISIN YOKSA YEMEK YİYEMEYECEKSİN!''

Gözlerimi hafifçe araladığım sırada Donghyuck'un yatağa zıpladığını gördüm, onun bu hareketiyle ben de yerimde zıplamış olurken Hyuck sağıma yüzüstü uzanıp sağ kolunu belime sardı. ''Canım sıkılıyor, kalk artık.''

''Uyanıktım zaten. Biraz uyuşuk hissediyorum.''

Donghyuck geri çekilip yüzüme baktı garip bir ifadeyle. ''Hasta mısın? Ateşin mi var?'' Merakla konuşurken üzerimdeki pikeyi çekti, ardından da elini alnıma koyup ateşime baktı. Ateşim yoktu, fiziksel olarak hiçbir şeyim yoktu ama ruhen yorgundum. Daha geleli iki gün olmuşken kabuslarımı tekrar görmeye başlamıştım, tekrar ve tekrar. Peşimi bırakmıyorlardı.

''Ateşin yok, belki açlıktandır. Hadi kalk.'' Donghyuck tekrar konuştuğunda daha fazla bekletmemek ve midemi hemen doldurmak için yataktan indim. İçimde bir soğukluk vardı ve ben anlamlandıramıyordum. Her şey yapay geliyordu, korkuyordum ve neyden korktuğumu bilmiyordum.

Birkaç dakika sonra hazırlanıp masaya indiğimde Donghyuck oturmuştu bile. Abisi işe gitmiş olmalıydı, evde tek ikimiz olacaktık ama ilk defa bundan korktum. Donghyuck'un yanımda kalmasını istemedim çünkü gözümü kırparsam gidecekti. İçimdeki soğukluk başa döneceğimizi söylüyordu. Ailem gelecek, polisler gelecek ve her şey son bulacaktı. Onu kaybetme korkusu etrafımı çepeçevre sararken tek yapabildiğim gözlerimi kapatıp derin bir nefes almak oldu.

"Lena, iyi değilsin. Doktora gidelim." Donghyuck yavaşça konuştuğunda başımı iki yana salladım gözlerimi zoraki açarak. "Sadece başım dönüyor."

Donghyuck oturduğu sandalyeden kalktı ve sol tarafıma geçip yere çöktü. Sağ eli yüzümü bulurken titrek bir nefes aldım. "Söyleyemediğin bir şey mi var?"

Donghyuck beni tanırdı. Ailemden, benliğimden bile çok daha iyi tanırdı beni. Beraber geçirdiğimiz şu zaman zarfında beni tanımıştı ve ben neden hâlâ ona bir şeyleri anlatamadığımı kendime soruyordum. Neden kendimle arama ördüğüm kalın duvarları yerle bir edemiyordum, yanımda her koşulda beni destekleyen biri varken?

"Sadece kötü hissediyorum." Durumumun özeti bu olsa da hissetiklerim çok daha fazlaydı. Neden bir anda bu denli büyük hisler sarmıştı bedenimi bilmiyordum. Tek bildiğim bir şeylerin ters gittiğiydi ama geçecek gibiydi de. Eğer Donghyuck bana sarılır ve öperse, beni kollarının arasına alıp güzel kelimeler fısıldarsa her şey geçecek gibiydi.

Ellerimi uzatıp sıkıca tuttum Donghyuck'un ellerini. Ben buz gibiydim ama o sıcacıktı; kalbinin de bir o kadar sıcak olduğunu biliyordum. Bilmediğim ve tahmin edemeyeceğim her şey kalbinde saklıydı. Donghyuck biraz geriye çekildi ve sağ avucumu açıp parmağını bastırdı yumuşakça. "Buradaydık."

"Ve buraya geldik." Ben konuşup sol elimi kalbime bastırdım hızlıca. Burada olduğunuzu bilmek, çok yol kat ettiğimizi bilmek ve beraber olduğumuzu bilmek içimdeki korkuyu alıp götürmeliydi ama hayır, hiçbir değişiklik olmadı. İlk defa burada olmaktan korktum ama korkularımı yine ona söyleyemedim. Ondan gitgide uzaklaşıyordum ve bu korkunçtu.

"Ne yapmak istersin? Seni nasıl iyi hissettirebilirim?" Donghyuck küçük ama kocaman duygular barındıran gözlerini bana çevirdiğinde ellerini bırakıp ayağa kalktım ağır ağır. Parmak uçlarımda durup kollarımı boynuna doladım hızlıca, o da beklemeden ellerini belime sararken korkularımın azaldığını hisseder gibi oldum.

İkimiz de konuşmadık. Konuşacak hiçbir şey yoktu çünkü, konuşulacak şeyler toz olup uçmuştu belki de, korkularım arasında sıkışmış olabilirlerdi. Yine de başımı kaldırmadım, kaldıramadım çünkü göreceklerimden korktum.

uzun zaman sonra yine bir geçiş bölümüyle karşınızdayım!!! bunu söylemek biraz zor olsa da f-final-- belki yirmi beş, belki yirmi altıncı bölüm... ehe.

yorumlarınızı bekliyor olacağım, kendinize iyi bakin!  <3

PASSENGERSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin