❧ 19 : touching is sacred

271 47 90
                                    

artistry, jacob lee


Yıldızların parlaklığını ve Donghyuck'un kalbinin ne kadar hızlı attığını görmek, duymak ya da hissetmek; mükemmeldi.

Donghyuck'un sol eli omzuma halkalar çizerken duyulan tek ses hemen birkaç adım ötemizdeki dalgaların sesiydi, ay tepemizdeydi ve Donghyuck'un gözleri ay ışığıyla parlıyordu. Onun parlayan gözleri beni çok kıskandırıyordu, o kadar çok parlıyordu ki ondan ayrılasım gelmiyordu. Gece boyu onu izleme ve onun hakkına hayaller kurma düşüncesi içimi titretiyordu. Bu hisle ne yapacağımı bilmiyordum, çok yabancıydı bana ama bir o kadar da mutluluk vericiydi.

''Uyudun mu?'' Donghyuck'un boğuk çıkan sesi gözlerimi açmama neden olurken cevap vermedim, başımı iki yana salladım sadece. Sırtımıza aldığımız geniş örtüyü çekiştirip benim önümü tamamen kapattığında gülümsemeden edemedim. Donghyuck'un bana karşı olan tavırları bende öyle bir etki bırakıyordu ki kendime engel olamıyordum. Bana hiçbir zaman kızmıyordu, yadırgamıyordu ve benim ona sarılmamam için hiçbir sebep kalmıyordu. Onu istediğim kadar öpebilecek olmamın verdiği farkındalık beni çok farklı yerlere itiyordu.

Hafifçe yerimde doğrulup başımı ona çevirirken başımı göğsünden kaldırmıştım, kalp atışlarını duyamayacak olsam da ona bu kadar yakın olmam bunu önemsiz kılıyordu. O da başını çevirip bana baktığında gülümsedim ve elimden destek alarak doğruldum. Oturduğumuz örtüde kenara kayıp bana yer açılmasını sağladığında bağdaş kurdum ve ona döndüm. Ondan ayrıldığım için sırtımdaki örtü de kayıp gitmişti. Parlayan gözleriyle beni izliyordu, koyu kahve saçları dağılmış ve neredeyse kuş yuvasına dönmüştü ve bu da benim yüzümdendi.

Gülümsememi saklamazken öksürdüm ve konuşmak için dudaklarımı araladım ancak onu izlemek çok daha cazip gelmişti. Ay ışığıyla parlayan gözleri kalbime bir şeyler yapıyordu ama ne yapıyordu ben de bilmiyordum. Hafifçe gülümsedi ve bileğimden tutarak beni kendine çekti. ''Üşüyeceksin.''

''Bir şey olmaz.''

''Saat iki oldu, rüzgar da var.'' Başka bir şey demedim, bu sefer karşısında dururken uzanıp örtüyü sırtıma sarmıştı tekrardan. ''Donghyuck.'' diye konuştum, yorgun olsam da sesim çok net çıkmıştı. Gözlerini benden ayırıp hemen tepemizde parlayan aya çevirdiğinde devam ettim. ''Bundan sonra istediğim zaman öpebilecek miyim seni?''

Sözümü bitirir bitirmez gülümsemeye başladığında gözlerimin buluştu, midemdeki kelebekleri çok daha net hissetmiştim. ''İstediğin zaman.'' diye konuştu yüzünü bana yaklaştırırken. Uzanıp burnumun ucuna minik bir öpücük kondururken kendime engel olamadım, uzanıp ellerini tutmuştum titreyen ellerimle.

Lee Donghyuck yirmi yıllık hayatımda karşıma çıkan en iyi şeydi, bunu asla inkar edemezdim ama Lee Donghyuck'un öyle bir aurası vardı ki onu sevmesem de bırakıp gidemezdim. Bundan sonraki yaşamımı onunla geçirme düşüncesi içimi kıpır kıpır ediyordu, bir şeyleri ardımda bıraksam da onun için değerdi. Buradaydık ve hepsi onun sayesindeydi. Onun sayesinde duvarlarımı yıkmıştım, onun dünyasında yer edinmiştim ve benim kafamın içinde yaşaması, asla da gitmeyecek olması bizi biz yapıyordu.

Donghyuck başını eğip birleşmiş olan ellerimize bakarken onu izliyordum gözlerimi kırpmadan. Bir elini ayırıp iki eliyle de sağ elimi tuttu, avucumu açarken başını kaldırmıyordu. ''Buradayız.'' diye mırıldandı işaret parmağını avucuma bastırırken. Kalbimin teklemesini durduramıyordum, ellerimin titremesini istemiyordum ama bizi düşünüyordu ve bunu yapması içimdeki sızıyı engelleyemiyordu.

PASSENGERSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin