❧ 4 : paper airplane and fairy tales

328 66 206
                                    

Babamın tabiri ile leş gibi alkol kokuyordum ama bundan öncesinde gerçekten de kusacak gibiydim. 

Saatin kaç olduğunu hatırlamıyorum, Donghyuck beni uyandırıp ayıltmaya çalışırken başarısız olmuş ve Jeno'yu uyandırmıştı ancak uyanmamaya yemin etmiş olan ben bunu da batırmıştım. İkisi beni sürükleye sürükleye lavaboya taşırken yere sürten belim acıyordu ve midem bulanıyordu, içerisinin içki kokması daha çok iğrenmemi sağlıyordu. Jeno beni klozetin yanına koyup (bir eşyaymışım gibi) içeri giderken Donghyuck yanıma çömelmişti.

Benden daha ayıktı ve bilinci yerindeydi, bu yüzden ne yapacağını biliyordu. Doğrulmamı sağlayıp başımı tutarken sonunda yüzüne bakabilmiş ve yarı açık gözlerimi gözleriyle buluşturabilmiştim. ''Kusacağım.''

Dediğim tek kelime ile anında kendine gelmiş ve sol elini sırtıma koyup dikleşmemi, ardından da klozete eğilmemi sağlamıştı. Zaten kendimde değildim ama hassas bünyem ortamı bulmuşken fazla zorlanmadı ve kusmamı kolaylaştırdı. Donghyuck diğer eliyle önüme gelen saçları iterken görebildiğim kadarıyla saate bakıyordu, kesinlikle mahvolacaktık.

Sonunda öksürerek doğrulduğumda ve kenardan destek alarak ayağa kalktığımda o da benimle beraber kalkmıştı. Yanıma gelse de onu beklemeden lavaboya eğilmiş ve ağzımı çalkalayıp yüzümü yıkamış, ardından de ellerimi sabunla köpürtmeye başlamıştım. ''Saat kaç?'' Ellerimi suya tutup durularken Donghyuck yerinde dikleşti, ardından de üzerini düzeltti. ''Dokuz. Hemen eve gitsek iyi olur.''

Eve gitmem gerektiğini biliyordum ancak canım istemiyordu. Her ne kadar başım patlayacak gibi olsa da gitmek istemiyordum bir yandan, iki saatliğine de olsa kendim olmak iyi gelmişti. Yastık savaşı yapabilirdik, etrafın dağılmasını umursayacak kimse yoktu çünkü. Halıya içki dökebilirdik. Ancak bunların hiçbirini evde yapamazdım, sorun da buydu. Buraya alışmıştım.

Sonunda gözlerimi biraz daha açtım ve bir elimi belime koydum, ardından biraz daha doğrulup Donghyuck'un yorgunluğunu belli eden ama ısrarla parlayan kara gözlerine baktım. ''Yasak koyacaklar.'' diye konuştum yüzüm istemsizce düşüp moralimi iyice eksilere çekerken. Donghyuck yarım yamalak gülümsedi, çünkü kendisi de bunu yaşayacağımı biliyordu ve beni rahatlatmak istiyordu, ve bana doğru yaklaşıp elini uzattı. 

''Bir de şu yandan bak, her güzel şeyin bir bedeli vardır ve bu da onlardan biri.'' Dediği şey az da olsa içime su serpmişti ancak bu kötü hissetmeme engel olamadı. Önceden de yaptığım şeylerden değil sonrasında işiteceğim azarlardan korkardım hep. Bir şey kırıldığı zaman ona değil işittiğim laflara üzülürdüm, en büyük sorunum buydu.

Başımı salladım sadece onay vermek için, uzattığı eline baktım birkaç saniye. Gözleri beklentiyle bakıyordu ve parıldıyorlardı, beni buradan götürecek kişi oydu işte. Gülümseyip uzattığı elini tuttum ve kendimi serbest bırakarak beni yönlendirmesine izin verdim. 

O önden ben arkasından salona girdiğimizde Jeno ile beraber Joanne de uyanmıştı, Jiseul ve Jaemin birbirlerine sarılmışlardı ve çok garip bir pozisyonda yatıyorlardı, yerdelerdi. Büyük ihtimalle gece yeri boylamışlardı çünkü Joanne'nin koltukta rahatça gerinmesinin başka anlamı olamazdı.

''Biz gidiyoruz.'' Jeno'ya doğru fısıldayan Donghyuck Joanne'nin de dikkatini çekerken Joanne başını bize çevirdi yattığı yerden. ''Tekrar bekleriz, bu tam eğlence olmadı ama...'' Dudaklarını büzdü, bense burukça gülümsedim sadece. Eğlence ne demekti onu bile bilmiyordum.

Donghyuck ona gülümsedi ve Jeno bize yaklaştı bu sefer. ''Geç olmadan gidin hızlıca.'' Bana döndü ardından. ''Tanıştığımıza memnun oldum.'' Bize göre biraz sarhoş gibiydi ancak buna rağmen dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi ve el sallamaya başladı. Gözleri kaybolmuştu işte. Ona eğilip selam verdiğimde Donghyuck beklemeden kapıya ilerlemeye başladı ve ben de arkasından yürümeye başladım.

PASSENGERSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin