❧ 15 : kiss fearlessly despite everything

275 52 270
                                    

Biraz güneş ve kum, yemek ve Donghyuck. 

Tamamen bizdik ve bu çok güzeldi. Donghyuck'un kahve saçları güneşin altında göz kamaştırırcasına parlıyor ve esmer teni onu daha da güzel kılıyordu. Aramıza koyduğu piknik sepetinin içinde sandviçler ve meyve sularımız vardı. Dalgalı saçları alnının iki yanına açılıyordu ve güneş gözlüğünü takmıştı. Üzerinde siyah bir şort ve açık mavi bir tişört vardı. Ben de beyaz şort giymiş ve kalçamın hemen aşağısında biten bol kesim yeşil bir tişört giymiştim.

''Ne zaman yüzeceğiz?'' Donghyuck başını yediği sandviçten kaldırmadan konuştuğunda omuz silktim. Onun sandviçi domatesliydi ve ben domatesli sevmezdim, peynirli almıştım bu yüzden. Ağzımdakini yutup başımı ona çevirdim. ''İstediğin zaman.''

''Şimdi o zaman.'' Sırıtarak konuştuğunda gülümsedim ben de. Saat 4 civarıydı ve biz saatlerdir oturup denizi izlemiştik, güneşin batmasına da çok vardı. Sanırım suya girme vaktiydi çünkü saatlerdir güneş tepedeydi ve su ısınmış olmalıydı. Sandviçimden bir ısırık daha aldığımda Donghyuck ayaklanmış ve piknik sepetinin hemen arkasında kalan çantaya eğilmişti. Bir şey arıyordu. ''Neye bakıyorsun?'' diye sordum ağzımın dolu olmasını pek de umursamayarak.

Çantanın kenarından iki havlu çıkardığında cevabımı almış oldum. Güneş gözlüğünü çıkarıp yere serdiğimiz örtünün üzerine koydu ve ellerimi birbirine sürttü kumun gitmesi için. ''Hadi gel.'' Sağ elini uzattığında yutkundum ve gülümsedim ardından. ''Yüzme bilmesen de sorun değil.'' diye konuştu o da benim gibi gülümseyerek. Donghyuck için korkularım ya da eksiklerim önemli değildi çünkü eksiklerimi tamamlamama yardım ediyordu. Korkularımı çekip alıyordu ve ben en çok bunu seviyordum. Ne olursa olsun yanımda olacağını biliyordum. Sürekli yanımda yürüyen ve kendini belli etmek için yapması gereken tek şey başını kaldırıp gülümsemesiydi korkularımın. Onları biliyordum ama gözlerimi kapattığımda onları göremiyordum.

Saçlarımı geriye atıp elini tuttum ve aynı anda diğer elimden yardım alarak ayağa kalktım. Donghyuck zaten beni yukarı çektiğinde buna pek de gerek olmadığını fark etmiştim. Gülümseyerek önden ilerlerken koşmaya başlamıştı bir anda, ben de onun peşinden koşmaya başlamıştım. Küçük çocuklar gibiydik ve onun yanındayken küçük çocuk olmak hiç de sorun değildi, kendimi bir şekilde alıştırmıştım buna. Gerisi de önemli değildi zaten. 

Donghyuck koşmayı bıraktığında suyun dibindeydik. Elini daha sıkı tuttum ve sağ ayağımı ileri attım ondan önce. Su beklediğim gibi sıcaktı ancak yine de üşümüştüm. Başımı sağıma çevirip Hyuck'a baktığımda beni izliyordu, benim yavaştan suya girdiğimi görünce o da suya girmişti. Eli elime göre büyüktü ve fazlasıyla güvende hissettiriyordu, ben de bu güvenden destek alarak dizlerime kadar suya girdim. Ayaklarım önce taşlara, ilerledikçe de kumlara değmeye başladı. Suyun içinde yavaş yavaş ilerlerken belime kadar gelmişti su, o anda durdum. ''Yüzmeyi bilmiyorum.'' diye mırıldandım bedenimi Hyuck'a çevirirken.

''Daha ileri gitmesek mi?'' Sözlerimin devamını getirdiğimde hemen başını salladı, o anda da elimi bıraktı. ''Sırtıma binersen en ileriye gideriz.''

''Ama çok derin.'' Donghyuck beni kolaylıkla sırtında taşıyabilirdi ancak bunu şu an için göze alamamıştım, ellerimi suya daldırıp onun üzerine sıçratırken mırıldanmıştı tekrardan. ''Sen bilirsin.'' 

Suya gittikçe alışıyordum, Donghyuck benim aksime diz çöktü de boynuna kadar suya girip çıktı olduğu yerde. Ona imreniyordum. Gerçekten imreniyordum, ben onun gibi dışa açık biri olmamıştım hiçbir zaman. İlk tanıştığımız gün de sanki yıllardır arkadaşmışız gibi samimi olmuştu bana karşı, ben yine yabancıydım ona. Belki de yetiştirilme biçimindendi ama ikimiz de ailelerimizden ve yaşamımızdan kaçıp bir şeylere başladıysak benden farklı olma ihtimali yoktu. Onunla hayatı hakkında konuşmamıştım bu zamana kadar. Eğer kendi isterse anlatırdı ve ben de onu dinlerdim, ancak merak ediyordum ve onu beklemek sıkıcı geliyordu bu noktada.

PASSENGERSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin