🕒
BÖLÜM 9:
SADECE KAN
🕒Herkes sahip olamadığı hayatı ister. Zenginse, fakirin maceralarına merak salar. Fakirse de zenginin parasıyla neler yapacağının hayalini kurar. Kalbi kırık olan acısını benimsemesine rağmen mutluluğa özenir. Kalbine tek bir çizik atılmamış olan ise "elbet acı çekilecektir" sözlerinin yolunu gözler.
Birilerinin hayali olanların bile hayalleri vardır. Çünkü hiçbir şey yetmez insanlara. Fazla bile kalabilir.
Balığa kuş, kuşa balık olmayı dileten bir dünya burası...
Bazen elindekilerle yetinemeyen veya sahip olduklarını benimsemeyenler bile kınanır. Çünkü insan aynısını yapıncaya kadar kınamaya devam eder. Her insanın eşit olmasını bekleyemeyecek kadar kısa hayat. Ama hayal kurmak için fazlasıyla yeterli. Tabii, zamanı yetmeyen de var, zamanı çar çur eden de. Hayatın farkına 2-3 ayı kalmışken varanlar ve aslında farkında olup hiçbir şey yapmayacak kadar umursamaz olanlar. Bazen de yanlış hayatın farkına varanlar.
İnsanlar eşit değil. Herkes farklı ise hiç kimse eşit olamaz. Herkesin içindeki yapıtaşlarının boyutları farklıyken insanlar kıyaslanamaz. Bir tarafı eksikse diğer tarafı fazladır, tamamlar insan kendini kendi içinde, ama başka insanlarla değil. Bu yüzden eşitlik ölçülemez. İnsan buçuklu olamaz.
"Hiç âşık oldun mu?" Kaşlarımı çatıp yüzümü ekşittim. Güne böyle bir konuşmayla başlayacağımızı düşünmemiştim.
"Çok, direkt bir soru oldu bu." dedim gözlerimi kaçırıp mutfağa bakarken.
"Cevabın?" Başımı eğip yeniden ona baktım. Öğrenmek isteyeceği her şeyi biliyordu zaten. Sormak istediği her sorunun cevabını kendisi de verebilirdi. Yine de derin bir iç çekip cevaplamaya çalıştım.
"Aşk sayıldığını sanmıyorum ama cevabım evet olabilir." İlgilendiğini belirtir gibi başını yana yatırıp dikkat kesildi. "Ailesinin geri kalanı bizim gibiydi. Kokoş, rüküş, bencil, pislik... Ama o onlar gibi değildi, hiçbirimiz gibi değildi." Omuz silktim. "Aşk gibi değildi, hayrandım sadece ona." Duraksayıp ellerimden başımı kaldırıp ona baktım. "Ya sen?" Rahatsız olmuş gibi iki elinden destek alarak oturuşunu düzeltti ve söze girdi.
"Benimki de aşk sayılmazdı. İlkokulda falandık. Nasıl tanıştınız?" Pat diye başka bir soru sorunca kalakaldım.
"Hastanede." diyebildim. Bana devam et dercesine ellerini açtığında mecburen devam ettim. "Eğitim için hastanenin birindeydim, beyin MR'ı çektik. Küçük de olsa, beyninin temporal lobunda kötü huylu bir tümör vardı ve çok hızlı büyüyordu. Tanıyı erken koymamız bile bir işe yaramadı." Kullandığım terimlerden bir şey anlamamış olmalı ki kaşları çatılmıştı. Bu kez de açıklamaya giriştim. "Temporal lob, beynin; hafıza, işitme, konuşma işlerini falan yürüttüğü bölge. Ve tümör öyle tehlikeli bir yerdeydi ki... Ameliyat olsa bu yetilerini kaybedebilme ihtimali %65'ti, masada kalma ihtimali ise 20. Ama o bunları göz önünde bulundurmaya bile tenezzül etmeden ameliyatı reddetti. Önceki hayatından bir farkı olmadan yaşamaya devam etti. Kuralları yıkarak, gerçekten yaşayarak." Ben hep bir çeşit denetim ve kurallarla kısıtlandığım için özgürlüğe hayran olarak büyümüştüm. Sözde para varsa herkes özgürdü. Para mutluluğu satın alabilirdi belki ama özgürlüğü değil almak, en ufak imkânını bile sağlayamazdı. Parayla satın alınabilecek pek çok şey vardı. Yalnızlık, mutluluk, bazen aşk bile. Ama özgürlük, hayır... Denedim, tecrübeliyim.
"Gerçekten ölmek üzere olan birine mi âşık oldun?" Derin bir nefes alarak başımı iki yana salladım.
"Hayır. Ben onun hayatına âşık oldum. Onun özgürlüğüne hayrandım sadece." Sadece?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEK ODA
Romantizm"Dışarıda bekle, içeride bekle, öldükten sonra bekle, gelecekteki hayatında bekle. İstersen sonsuza kadar bekle ama ben sana gelmeyeceğim." dedim hızlıca. Sesimdeki, her şeyi sonlandırmak isteyen tonun farkına varmış olmasını umuyordum. Derin b...