VII

1K 52 22
                                    

Sabah uyandığımda her şeye rağmen yaşamanın güzel olduğunu tatmadan, ruhum yitip gidecekti. Hiçlikte süzülen bir zerre olacaktım, kimse tarafından anılmayan bir boşluk... Hiç kimse olmak bu kadar ağır olmamalıydı.

Neydi kelime? Hayatın güzelliği...

Bu mümkün müydü? Yaşamayı güzel bulabilmek Allah vergisiydi belki de. Mutlu olmak gibi... En son ne zaman yüzüm içtenlikle kendine yer açan bir gülümsemeyi ağırlamıştı? Hatırlayamamak, pes etmişliğin çürük tadının boğazımı yakmasına neden oluyordu. Belki de sadece maziyi gökyüzüne saçıp serbest bırakarak, ileriye bakmalıydım.

İşin ironik kısmı ise gelecek kelimesinin yanıma yakışmamasıydı, yer cücesi ve dev gibiydik sanki. Bu yüzden geçmişi unutmaya çalışmakla kendimi çıkmaza sürüklüyordum; ben geçmişime muhtaçtım. Çünkü yaşarken hayat bu diyebildiğim tek vakit, zamanın tozla üzerini örttüğü büyülü bir mekandı; belki on üç sene öncesiydi.

Şimdi ise, üzerinde soluk alıp verdiğim bu dünya hanı, önüme, umutsuzca alınan bir piyango biletinin getirdiği servet gibi ani bir şekilde, farklı bir renk sunmuştu. Fakat benim hayatım siyah beyaz ve yalındı. Başka bir rengi içimde barındıramazdım; koyular zamanla siyaha bulanır, açıklar vakit geçtikçe beyaza yedirilirdi.

Bir hafta önce hayat trenim farklı bir raya kaymıştı, kontrolüm dışında gerçekleştiğini kabulleniyordum artık.

Kendimi defalarca sorgulamıştım, böylesine kişiliksiz bir insan olamazdım. Hareketlerimi denetleyememek, yüzümü, ruhum karşısında kızartıyordu.

Hayattan bir beklentim yoktu, hatta ölüm bir hediye bile olabilirdi. Ne yazık ki, bunu öylece kabullenemeyecek kadar inatçıydım, belki de korkak...

Yaklaşık yedi sekiz gün önce o lanet parayı kaybetmiştim. Hayatımın hatasını yaparak bardağın dibinde kalan alkolü kafama dikip, o çocuğun karşısında başkasına dönüşmüştüm. Belki de daha önce kimseyle bu kadar yan yana durup konuşmak zorunda kalmadığım içindi. Kimse yanıma gelip, derdimi sormamıştı; belki de bu yüzdendi suskunluğum. Anlatacak kimse olmayınca ne yapabilirdim?

Hala yaşayabildiğimi fark ettiğimde konuşmak, bu anıları paylaşmak, gereksiz gelmişti. Neden birinin gözlerini üzerime sabitleyip bana acımayla bakmasını sağlayacaktım ki? Bir insanın yanında kendimi salıp, ona açıldığımda, daha da berbatlaşacağını tahmin edebiliyordum. Her şeyi içimde yaşayarak noktalamak en basitiydi.

Ya da en zoru.

İnsana göre değişirdi; hayatı boyunca yanındakilerden beslenen bir yaşamın, ani bir kayıpta, yalnızlığı kabul etmesini bekleyemezdim. Birine ihtiyaç duyarlardı mutlaka. En mutlu anında bile birine muhtaçken, en çilelisinde tek başına hayatta kalamazdı.

Yalnızlık bedenime, en önemlisi ruhuma doğduğumda işlemişken, ağlayacağım zaman bir omuz aramam saçmalık olurdu.

Ilgaz'ın evinden çıktığımda, Halim'in birkaç adamını önümde bulmuştum. O zengin mahallesinde ne yaptıklarını başta tahmin edemesem de benim için gelmiş olmaları o kadar da şaşırtıcı olmamalıydı.

Halim'in öfkesine yenik düştüğü klasik bir zamandı işte. Üzerime yürüse de yanağıma uzanan elini son anda zaptedebilmişti. Bunu ilk kez yaşamamıştım, daha önce de elini kaldırmıştı bana. O fiskeyi atabilmek için yanıp tutuştuğunu gözlerinde görebiliyordum ancak her seferinde engelleyen bir şey vardı.

PERDELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin