XI

779 45 12
                                    

Bu bölüm senin, yanlış hatırlamıyorsam istemiştin :D

**

Yaklaşık iki haftadır, verdiğim sözün altında ezilmemek için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Bugün zamanın azizliğine uğramış olsam da, her seferinde olduğu gibi yetişmiştim Halim'e.

Çok da geride kalmamış olan mazide, Ilgaz'a bir sözüm vardı. Halasının neler karıştırdığını ona kendi gözleriyle görmesi için bir fırsat verecektim. Tabi ki bu eylem, kelimelerin hafifliğini karşılamıyordu. Sözde söylemesi basitti.

Halim'le İrem'i bir kez dahi yan yana görmemiştim, şimdi de gösterebileceğimin garantisini veren yoktu, halbuki ben bu sözü bir başkasına vermiştim bile. O zamandan beri görünmezlik hırkamı üzerime almış, Halim'in peşinden dolanıyordum. Programını çıkarmayı deniyordum, tabi ki adamın belli bir düzeni yoktu, beni şaşırtmamıştı bu.

Adımlarımı sıklaştırarak binanın köşesine sindim, etrafı gözlemlemenin bu kadar sıkıcı olabileceği aklıma gelmemişti. Halim'in altını sığınak olarak kullandığı dükkanın boş kapısını izliyordum, gelen giden yoktu. Arada kendi adamlarından birkaçı çıkmıştı. Dudaklarımı kemirerek geçirdiğim iki buçuk saatin üzerine ayağa kalktım ve bacak kaslarımın uyuşmasını engellemek için on dakikada bir yaptığım hareketi tekrarladım.

Kendimi boşluğu bekleyen bir çeşit aptal familyasından hissediyordum, bir an önce şu mağarasından çıkmalıydı. Kendimi, sayamadığım miktara bir tanesini daha ekleyerek oflarken bulmuştum.

Aynı anda, kapının önüne siyah, camları filtreli pahalı bir araba yanaşmıştı. Bıkkınlıkla sağa sola yatırıp durduğum kafamı dikleştirerek dikkatle oraya baktım. Çok geçmeden dükkanın kapısı aralanmış, Halim ve adamları görünmüştü. Şansızlığıma küfrederken Halim çoktan hızla basılan gazın bıraktığı toz bulutunun arasında gözden kaybolmuştu. Onu bir otobüsle takip edemeyeceğimin elbet farkındaydım, bu yüzden Yakup'un neredeyse sadaka niyetine verdiği paranın sonunda bir işe yarayacağını düşünerek bir taksi çevirdim. Benim hayatımda bu sarı araçların lükslüğüne yer yoktu, yine de kendimi birinin içinde bulmak, düşündüğüm kadar berbat hissettirmemişti.

Birçok insanın hayatına on dakikalık da olsa tanıklık etmiş koltuklar, arabanın yeni alınmış olduğunu ele verecek kadar fabrika kokuyordu. Taksici, pos bıyıklarından gözlerimi alamadığım için yüzüne odaklanamadığım bir amcaydı. Hafifçe arkasına dönerek klasik olduğunu düşündüğüm soruyu sordu.

"Öndeki arabayı takip et sen." dedim ses tonumun asabi olmamasına dikkat ederek, çok da becerikli olduğum söylenemezdi.

"Peki." diye kısa bir cevap vermekle yetinerek, gazı kökledi. Tam gaz yolda kaymaya başladığımızda, gerginlikle öndeki arabaya bakmaktan vazgeçmiştim. Arkaya doğru kendimi bırakıp, kararmak üzere olan havaya baktım. Ay, güneşin yerini kapmak için adeta fırsat kolluyordu, çok geçmeden onu tahtından edecekti.

Bu ana yollarla aram çok yoktu, genelde sokak kısmı beni ilgilendirirdi. Bu yüzden olsa gerek, şu an nereye gittiğimiz hakkında yol kenarındaki tek tük tabelalar haricinde bir fikrim yoktu. Üç dört dakikada bir başımı, yaslandığım koltuktan kaldırıp, arabaya bakıyor, nerede olduğumuzu hesaplamaya çalışıyordum. Fakat boşu boşuna kürek çektiğimi de hissedebiliyordum.

Halim, bu kadınla buluşacak olsa, bunu, benim meşgul olduğum o kocaman zaman diliminde de yapabilirdi. Fakat ben, umutsuzca, oyumu aksi yönü gösteren oku takip etmeden yana kullanıyordum.

Aradan geçen yirmi dakika sonrasında, tekrar şehrin derinliklerine süzüldüğümüzü fark etmiştim.

Kadıköy.

PERDELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin