XVII

400 24 12
                                    

17.bölüm

Dün gece yediğim ve hala midemin sindirmeye çalıştığı yemek benim için fazla lükstü. Birkaç lokmadan sonra tıkanmış, aç olmama rağmen hiçbir şey yiyememiştim. Bu tür ziyafetlere değil, suyla midemi doldurup karnıma saplanan hançerlerin etkisini azaltmak için çalışmaya alışkındım.

Bazı şeyler hiçbir zaman değişmezdi. Aksi için çabalamanın su üstüne yazı yazmaya çalışmakla pek de bir farkı yoktu. Gölge bedenin yanından ayrılır mıydı?

Yataktan doğrulduğumda yattığım yere garip bir bakış attım, yabancılık hissi boğazımı kurutmuştu. Sabahın ilk ışıklarıydı, perdelerin izin verdiği kadarıyla içeri sızanlar. En az üç ya da dört saat uyumuş olmalıydım, yani bedenimin ihtiyacını karşılamıştım.

Üst katta üç oda vardı, içinde banyo olanı bana vermişlerdi. Diğer ikisinde de pek centilmen Ilgaz ve Anka uyuyordu. Başımı istemsizce iki yana salladım yemekteki halleri aklıma gelince.

Kısa bir duştan sonra Ilgaz'ın bana aldığı kot pantolon ve tişörtü geçirdim üzerime. Zaten başka kıyafetim de yoktu.

Ne yapacağımı kestiremeyerek aşağıya indim. Ancak karşılaştığım manzara beklenmedikti, şu an bilmem kaçıncı uykusunda olduğunu düşünüyordum hâlbuki.

"Günaydın." dedi bana attığı bir bakıştan sonra. O da benim gibi az uyumuştu, neden ayaktaydı ki?

"Sana da." diye mırıldandım yanına yaklaşırken. Yeşil gözlerinden uyku aktığına yemin edebilirdim. Koltukta başını geriye atmış, izlemediği her halinden belli olan televizyon kanalına boş gözlerle bakıyordu.

"Aç mısın?" diye sordu ben yan taraftaki tekli koltuğa oturduğumda. Başımı iki yana salladım hızlı bir şekilde. Şüphe göz bebeklerine sızarken oturduğu yerde hiç istifini bozmadan bana döndü. "İntihara meyilli falan mısın kızım?"

Kaşlarım kavislenip gözlerim kısıldı ancak başka bir tepki vermedim. Başını iki yana salladı. "Seni gördükçe sinirim bozuluyor." dediğinde ağzım hafifçe aralanmıştı. Bu sefer çeneme ve irademe söz geçiremedim, dizlerini kır evinde otur diyemedim.

"Sanki ben bayılıyorum seni görmeye." diye homurdandım, cidden sinirlerimi hoplatıyordu. Bakmasındı o zaman. Ben mi diyordum benimle ilgilen diye? Nefesini bıkkınlıkla dışarı verdi, suratıma bakmaya bile zahmet etmeden kumandayı kavrayan eliyle beni işaret edip, cevabını yetiştirdi.

"Her geçen gün daha da zayıflıyor gibisin, derdin ne senin?" Sözlerini bitirdiğinde ciddiyetle gözlerimin içine odaklamıştı bakışlarını, az önce ettiğim lafı duymamış gibi davranmıştı.

"Yok bir derdim merdim." diye omuz silktim, uzun süren garip bakışmamızı sonlandırarak. Ona neydi benim yememden içmemden?

"Belli oluyor." diye yarım ağızla dalga geçti benimle, umursamamak adına verdiğim kararı her seferinde hiçbir çaba göstermeden tek bir dokunuşuyla yıkabiliyordu.

İnsanların hakkımda düşündüklerini umursamadığım için, bana yöneltilen soruların hiçbirini cevaplamazdım ancak bu çocuğun söylediklerini ilginç bir şekilde sürekli düzeltme ihtiyacı hissediyordum. Bu, beni her seferinde geriyor olsa da önüne set çekip engelleyemiyordum.

Belki de hatam, onunla tanıştığım ilk gece beni evine götürdüğünde ses çıkarmamamdı. Salaktım.

Kendi kendime gözlerimi devirirken bakışlarım bir yere takıldı; koltukta rahat bir şekilde oturduğu için tişörtünün kıyısı sıyrılmıştı. Belinin üzerindeki yara izleri damağımdaki kuruluğun sebebi olurken bakışlarımı istemsizce yüzüne taşımıştım. Sanki onları hissetmiş gibi bana döndüğünde suratımdaki ifadeden olsa gerek, kaşları çatıktı.

PERDELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin