VIII

847 47 18
                                    

İnsanların dünya denilen bu gezegende barınabileceği kara parçaları, boğuldukları sudan daha azken, benim ruhumun yeryüzünde kaplaması gereken alan ne kadar tutuyordu? Yanımdan geçip giden, tanımadığım kalplerin çoğu, bu sorunun cevabını, maddi gücüyle sınırlardı; evleri, iş yerleri, paraları... Benim bu tür miraslarım yoktu, elimde olan tek şey alıp, sahibini bilmeden iade ettiğim nefeslerimdi. Muhtemelen, burada kapladığım alan yaşadığım kadardı, yaklaşık on yedi yıl...

Şu ana kadarsa, ruhumun en derin kuyusunda hissettiğim tek duygu, özlemdi.

Gözlerim yerinden fırlayacakmışçasına acıdığında bile yitirdiklerimin acısı yüzünden hıçkırıklarım kesilmezdi. Ruhun temelinden başlayıp, yol üzerinde kalbe uğrayan acı, en sonunda genizdeki yanmada tesirini gösterirdi; ağlardım. Çaresizliğim bile yetmezdi, susturabilmek için. Öyle özlerdim ben.

Fakat karşısında nasıl davranmam gerektiğini unuttuğum bir duyguydu bu. Bir zamanlar en ucunda yaşamışlığım olsa da yılların tozları üzerine örtmekten utanmadığı bir duyguydu. Ve bu, az önce içimde fokurdamaya başlayan hisse benziyordu.

Yalnız, keskin bir farkı vardı; onu özlemiyordum.

Sıfat olarak sadece aptal kelimesini başına yakıştırabildiğim merakım, başıma bela olacaktı. Olmadığım bir insan gibi davranmak, çileden çıkmam için önüme sunulmuş bir mazeretti ve bunun sebebi olan kişiyi azarlamak için yerimde duramıyordum.

Ilgaz Kapran...

Hayatıma ne zaman düştüğünü bilmediğim bir damlaydı. Fakat bir sorun vardı. Ben suyun ne olduğunu unutmuş bir çöl çiçeği miydim; yoksa muson yağmurlarını çoktan tatmış, çürümek üzere olan bir ağaç mıydım, bilmiyordum.

Kesinlik kazanmış tek bir şey vardı, o da, bu çocuğun başıma bela olacağıydı.

Sonunun bir kafede bittiği yağmurlu günün ardından, onu bir daha görmemiştim. Tam yirmi gün geçmişti. Bunun kafamı karıştıran yeri, onunla tanıştıktan sonra, görüşmediğimiz en uzun ara olmasıydı bu günlerin.

O gece, bir insanın yanımda olmasından başka, anormal hiçbir şey olmamıştı. Ertesi gün gelmediğinde, yağmurdan dolayı hasta olduğunu düşünüp keyiflendiğimi bile hatırlıyordum; inadı yüzünden bu hale düşmüş olması komik olurdu. Fakat ardını takip eden günlerde de gözükmeyince, eğlencemin yerini, hayatımın son zamanlarında revaçta olan merakım almıştı. Ve dayanamadığım gün çatmıştı, beş gün önce inadımdan vazgeçip Yakup'a sormuştum. Bana kendisini telefonla aradığını ve işi bıraktığını söylediğini anlatmıştı. İşin ilginç kısmı ise şurada başlıyordu; Ilgaz kitapçıda çalışırken maaş istememiş, çalışabilmek için para ödemişti.

Saçmalık da bir yere kadardı. Bir insan çalışabilmek için para verir miydi? Görünüşe bakılırsa Ilgaz bunun hayattaki tek örneğiydi.

İç geçirerek sırtımı arkaya attığımda çatırdayan kemiklerimin sesi kulağımı yaladı, biraz daha rahatlamıştım. Birçok insanın rahatsız olarak nitelediği, benim için ise prenses yatağı olan otobüs koltuğundan kalkarak kapıya yanaştım ve düğmeye bastım.

Bugün de kitapçıda çalıştığım günlerden biriydi fakat mesaim erken bitmişti. Öğleden sonra Yakup'un telefonu Halim'in bir adamı tarafından aranmış ve benim oraya gelmem söylenmişti yaşlı adamcağıza. Ben de dediği saatte oraya yetişebilmek için erken çıkmıştım, bu yüzden de bugün otobüste Asım'la karşılaşmamıştık.

Sonunda kendimi dışarı attığımda, akşamın yanında tatlı misali sunulan esinti uyuşan aklımı başıma toplamıştı. Derin bir nefesi içime çekip, kaldırımın en sağ tarafından yürümeye başladım. Akşam çökmek üzere olduğu için, işlerinden dönenler eve gitmek için sabırsızlanıyorlardı; bu yüzden telaş kokusu kaplamıştı havayı.

PERDELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin